Ömer Faruk Dönmez‘in ilk hikâye kitabını okurken kapıldığım kısır döngüyü betimlemeye çalıştım. Kendini korunaksız, sefil, yoz, rezil hissetmek istemeyen okumasın bu kitabı. Çıkış yolunu bulmanın kolay olduğuna inananlar da uzak dursun bu öykülerden. Kazandığına dair inancı sarsılmaz olanlar; siz de okumayın. Bu çağın, kalbini deştiği kişiler! Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak bir eser.
‘Bir kalbi yoksa, insan nereye gidebilir?’
Kaybedenlerin dünyasına hoş geldiniz: Geçmişini, geleceğini, kendini yitirmişlerin nefret dolu yurtsuzluğuna. Hiç birinin ismi yok. Ancak bir harfle işaret edilebilecek kadar yer tutuyorlar bu dünyada. Varoluşlarını korkunç sıkıntılarla farkedebilen kaçıklar bunlar. Kaçmak mümkün mü bizi çepeçevre saran, içimize sinmiş, bizi belirlemiş, kalbimizi ve zihnimizi kölesi kılmış bu hikâyeden? Bir kaç yüzyıldır bizi ele geçirmek için verdiği uğraş, boşa gitmemiş demek ki.
Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz
Evden işe gidiyoruz sürekli. Otomatiğe bağlanmış robotlar gibi çalışıyoruz. Numara yapıyoruz. Kıravatlarımız ve güzel elbiselerimizle, tıraşlı yüzlerimizle, tahrik edici kokularımızla etkilemeye çalışıyoruz başkalarını. Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz. Kusursuz tanrıcıklar olmak istiyoruz. Aslında sahtekâr, ikiyüzlü ve içgüdülerimizin esiri olan zavallı yalancılarız.