25 Ekim 2016 Salı

“Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak”

Ömer Faruk Dönmez‘in ilk hikâye kitabını okurken kapıldığım kısır döngüyü betimlemeye çalıştım. Kendini korunaksız, sefil, yoz, rezil hissetmek istemeyen okumasın bu kitabı. Çıkış yolunu bulmanın kolay olduğuna inananlar da uzak dursun bu öykülerden. Kazandığına dair inancı sarsılmaz olanlar; siz de okumayın. Bu çağın, kalbini deştiği kişiler! Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak bir eser.
‘Bir kalbi yoksa, insan nereye gidebilir?’
Kaybedenlerin dünyasına hoş geldiniz: Geçmişini, geleceğini, kendini yitirmişlerin nefret dolu yurtsuzluğuna. Hiç birinin ismi yok. Ancak bir harfle işaret edilebilecek kadar yer tutuyorlar bu dünyada. Varoluşlarını korkunç sıkıntılarla farkedebilen kaçıklar bunlar. Kaçmak mümkün mü bizi çepeçevre saran, içimize sinmiş, bizi belirlemiş, kalbimizi ve zihnimizi kölesi kılmış bu hikâyeden? Bir kaç yüzyıldır bizi ele geçirmek için verdiği uğraş, boşa gitmemiş demek ki.
Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz
Evden işe gidiyoruz sürekli. Otomatiğe bağlanmış robotlar gibi çalışıyoruz. Numara yapıyoruz. Kıravatlarımız ve güzel elbiselerimizle, tıraşlı yüzlerimizle, tahrik edici kokularımızla etkilemeye çalışıyoruz başkalarını. Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz. Kusursuz tanrıcıklar olmak istiyoruz. Aslında sahtekâr, ikiyüzlü ve içgüdülerimizin esiri olan zavallı yalancılarız.

24 Ekim 2016 Pazartesi

"İYİ, DİN SATMAZ, İYİLİK YAPAR"

"İyi, hiçbir zaman orta yere ampul yakmaz, yaptığını göstermek için yapmaz, kuralları söyleyip kaçmaz. Canların elinden tutar. Çünkü o, adalete iman etmiştir, merhamet sahibidir, muhabbet sahibidir, iyi niyetlidir, güzel ahlaklıdır, anlayışlıdır, vicdanlıdır. Derdi de, sırrı da saklar, ortaya dökmez.
İyi, din satmaz, iyilik yapar. Her cana merhametle bakar."
Âb-ı Hayat I
20. Meclis, sf. 165

"ADALETE İMAN, MERHAMETE İMAN, MUHABBETE İMAN"

"Böbürlenmeyi bırak. Din satmayı bırak. Bilenler neyi biliyor? Kuralları söyleyip kaçıyorlar. Haramdır mekruhtur deyip kaçıyorlar. Farzdır vaciptir deyip kaçıyorlar. 
Bu canların elinden kim tutacak? Bunları karanlıktan kim çıkaracak?
Kaçma.
Bunlar da biliyor zaten haram olduğunu, mekruh olduğunu.
İmanın şartlarını sayıp kaçıyorsun; Allah'a iman, meleklere iman, kitaplara iman. Bunları o da biliyor. Şunları da sayıyor musun: Adalete iman, merhamete iman, muhabbete iman.
İslam'ın şartlarını sayıp kaçıyorsun; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek. Şunları da sayıyor musun: İyi niyetli olmak, güzel ahlaklı olmak, anlayış göstermek, vicdanlı davranmak."


Âb-ı Hayat I
20. Meclis, sf. 165

7 Haziran 2016 Salı

Hamza'dan

"Ben Hamza; kaldırımlarda yürür, ülkemin sorunlarını çözerim. Mahcup delikanlıyımdır, fakat acayip de öfkeliyimdir hani. Evet, biz Anadolu çocukları susmayı ve sabretmeyi iyi biliriz. Fakat damarımıza basılırsa, adamın anasını ağlatırız evelallah. Emperyalistlere duyurulur. Aslı gibidir. Mühür ve İmza: Anadolu Çocuğu Hamza." (sh 51)

"Kimim ben? Hamza'yım. Gelin sizi ham yapayım. Dört yıldır sınava giren bir zavallıyım. 21 yaşındayım. İmam Hatip mezunuyum. Hani mahcup ve onurlu çocuk. (Hani koşu bittikten sonra da koşan at..) İşte o benim. Sabah dersaneye, akşam eve giderim. Laf aramızda müthiş kitap okurum. Edebiyatsever. Kitapsever. Ha, bir de reklamsever. (tövbe estağfullah.) Anladık anladık. Bu hayatın anlamı nedir? Niçin yaşıyoruz? Sen onu söyle. Bu soruya cevap bulamamış milyonlarca ahmak var. Hatta bu soruyu kendine bir kez olsun sormamış milyonlarca ahmak var!" (sf 14)

"Ben masum Anadolunun saf çocuğu Hamza, dört yıldır üniversite sınavını kazanamıyorum. Ve sizi temin ederim bu, aptal olduğum anlamına gelmiyor! Çarkına tükürdüğümün sistemi... Öhhö öhhö.. Pardon. Nezaketimizden taviz vermeyelim. Herşeye rağmen asaletimizi muhafaza edelim. Muhtaç olduğun kudret nerededir biliyorsun. Biliyorum tabi.. A grubu RH pozitif. Halis türk kanı. Ah baba ah! Yaktın beni. Adımı Hamza koyduğun yetmezmiş gibi, bir de tuttun İmam Hatip lisesine yolladın. Hayatım kaydı. Neymiş efendim? Dinine vatanına bağlı... " (sf 22)

Durun! Durun biraz daha.. Hamza'yı tanıdınız sayılmaz henüz bu kadarla. Ah, tanısak ne olur ki demeyin. Sizden bahsediyor, bizden! Hepimiz biraz Hamza'yız aslında. Evet, sizlere sesleniyorum. Öğretim sıralarında dirsek çürütenler! Sınavdan çıkıp şadırvanda abdest alarak namaza yetişenler! Modernizmin çarkına direnenler! Rahatsızlar! Dertliler! İstenilen dindar gençlik temasının alt yapısını dolduracak kült karşınızda!

Bir Yobazın Günlüğü üzerine bir söyleşi

12 Ekim 2011 

Bir Yobazın Günlüğü’nün buğusu üzerindeyken yazarına kısa kısa sorduk. Bünyamin Yıldız. 

Bir Yobazın Günlüğü'ndeki metinler başka bir yerde yayınlandı mı önceden?
Hayır. Bu metinler daha önce herhangi bir yerde yayımlanmadı. Zaten bir ‘kitap’ yazma niyetiyle oturup baştan sona yazdığım ilk kitap bu. Önceki kitaplar, değişik dergilerde farklı zamanlarda yayımlanmış hikâyelerin toplanması biçimindeydi.
Bu ismi vermeye sizi neler itti? Çekinmediniz mi, korkmadınız mı?Ömer Faruk Dönmez, Bir Yobazın Günlüğü
Çekinecek korkacak bir başlık değil ki bu. Bir yobaz, günlük tutarsa ne olur? Bir Yobazın Günlüğü olur… Fakat bu ismi aslında Dostoyevski’nin ‘Bir Yazarın Günlüğü’ çağrıştırdı bana.
Bu kitabı kimler sevmeyecek sizce?
Sanırım ‘içimizdeki ahmaklar’ ve ‘karşımızdaki budalalar’ sevmeyecek.
Kim onlar?
Cevabı kitapta.
Ömer Faruk Dönmez'in on yıl önceki üslubu ile bugünkü üslubu arasında bir değişme var mı sizce?
Gerçi bu yargıyı vermek bana düşmez ama pek fark yok galiba.
Kendi halinde, sessiz sakin bir yazar olan sayın Dönmez, dergisi ile, kitapları ile bir dava adamına mı dönüşüyor?
‘Kendi halinde, sessiz sakin bir yazar’ iken ‘dava adamına dönüşmek’ derken ne kast ediyorsunuz bilemiyorum. Ben hâlâ kendi halinde, sessiz sakin bir yazarım ve doğduğumdan beri aynı davaya inanıyorum. Hep Aynı Hikâye’de hangi davadan söz ettiysek Bir Yobazın Günlüğü’nde de o davadan söz ettik. Yaşama sebebimiz o.

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Bu bir inlemedir kardeşlerim!

Mustafa Nezihi Pesen

Bütün kitaplarını okuduğum Ömer Faruk Dönmez'in son kitabının ana izleği aşk! Dönmez’in Yobaz’ı, sözlerini bu geniş ve uzun ‘yatak’ta söylüyor. Düşüncelerini ve dertlerini, Dosto misali, sertlikle açıklamak istiyor.  En büyük meselesi samimiyettir. Çünkü ruhun samimiyeti huzurdur, der. Esrarını 24 kez okuduğu Tutunamayanlar’dan almış.
Acısı ve neşesiyle, zaafları ve erdemleriyle, açığa vurdukları ve gizledikleriyle, tutarlı yanları ve çelişkileriyle, yani her şeyiyle kendini ortaya koymaya çalışıyor. Rezil olmaktan korkmadan.
İnsanı aptal yerine koyan sistemden memnuniyet duymuyor. Sürekli bir teyakkuz hali var bu günlükte. Güp güp güp güp atan bir kalb var. Bu kalbin yakarışları, duaları…
Keskin bir zekası ve sivri bir dili var Yobaz’ın. Ya da sivri bir zekası ve keskin bir dili… Atay’ın Olric’i gibi Yobaz’ın da Gregor’u ona eşlik ediyor günlüğünün büyük kısmında. Yazar sonra onu tatile gönderiyor. Görevini hakkıyla yapmış olduğuna kani olduğu içindir herhalde. Görevi ne mi onun? Okuyucuyu uyanık ve diri tutmak!

15 Mayıs 2016 Pazar

Hamza'dan bir bölüm: “Şu gelen yar olaydı”

Cafcaf dergisinin en sevilen tiplerinden Hamza, İz yayıncılıktan kitap olarak çıkıyor. Hamza'dan bir bölüm alıntılıyoruz. 


“Şu gelen yar olaydı” 
Ömer Faruk Dönmez

Bir parka geçip oturdum. Neydi? Sayıklama Parkı. İnsanlar gelip geçiyor. “Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden/ Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?” Kısakürek Necip Fazıl. Sahi ne çok insan var. Öleceğini günde bir kez olsun düşünmeyen insanın kalbi kararmıştır vesselam. O kararmış kalbine dünya sevgisi dolmuştur vesselam. Kalbine dünya sevgisi dolan insan, ahireti unutmuştur vesselam.

Peki ben? Öleceğimi hakikaten düşünüyor muyum? Belki de bir ‘günlük’ tutmalıyım ve her güne şöyle bir not düşmeliyim: “Bugün ölebilirsin: ona göre yaşa!” Bir Yobazın Günlüğü. Seçkin kitapçılarda. Merhaba sevgili günlük… Yok, şöyle daha iyi: Selamünaleyküm sevgili günlük. Hah ha. Amma acayip şeyler geçiyor aklımdan. O değil, dayanamayıp gülüyorum, gören deli sanacak. Güldüğüme bakma teyze, takılıyorum öyle, rahat ol sen. Kalıcı değilim zaten, şu dünyada biraz dinlenip gideceğim. “Şu dünyada bir nesneye/ Yanar içim, göynür özüm.
Yahu bu oturduğumuz nesneye neden bank demişler acaba. Hamza senin de işin yok, etrafa sarıyorsun; bank işte, sana ne. Doğru aslında: işim yok: iş arıyorum. Rızık Allah’tan ya hani. Evet? İş aramasam olmaz mı? Mütevekkil olsam? Yanlışlıkla ‘müteekkil’ olmayasın? Öyle ya. İnce işler. Şimdi sözlüğü açacaksın, kelimeyi bulacaksın. Ha? Lügate bakmayan adam olur mu yahu. Mütevekkil. Müteekkil. Bir de hikâyesi var, ama şimdi hiç halim yok. Kuşlar sabahları aç çıkıyor, akşam yuvalarına tok dönüyorlar. Allah’a kuşlar kadar güvensek yeter; ama o kadar bile güvenmiyoruz galiba. Allahım, geçimimi helal yoldan temin edebileceğim bir iş nasib et bana. Âmin. Eee? Ne oldu şimdi? Hiiiç, dua ediyorum. Bu nasıl bir iş arama yöntemi böyle? Reel bir torpilim olmayınca, metafizik bağlantılarımı kullanıyorum, ne yapayım. Doğru: âdemoğlu garip mahlûktur: meseleyi kendi kendine halledebildiği müddetçe Allah’ı pek hatırlamaz, çünkü kendini ‘müstağni’ sayar. Baktı iş sarpa sarıyor o dakka Allah’ı yardıma çağırır. Menfaatçi bir din algısı. Yine derin bir tahlil yaptın oğlum Hamza. Yaparım ben. 

Yobaz da olsa derviş de olsa sorguluyor!

Ömer Faruk Dönmez, Dervişan
Zeki Dursun
Dünyabizim.com

Daha önce Hamza’sı ve Bir Yobazın Günlüğü ile kendisinden haberdar olduğum Ömer Faruk Dönmez’in Dervişan’ını okuyunca diğerlerindeki benzer heyecanı hissettiğimi söylemeden edemem. Özellikle bu toprakları, bu toprakların dertli insanlarını anlatan her eser benim için önemlidir. Hele bunu öyküde coşkulu bir dille ortaya koyan bir eser ayrı bir öneme sahiptir.

İnsanlar arasında sahih hukuk bir gün yeniden oluşabilir
Ömer Faruk Dönmez’in İz Yayıncılık’tan çıkan bu yeni öykü kitabı da Anadolulu üç gencin (ki bu gençler medreseden ve tekkeden arkadaş üç genç) yıllar sonra medresede yeniden buluşmalarını konu ediniyor. Dervişan, birbirinin devamı olan üç hikâyeden oluşuyor:AbdullahHüseyin ve Zahid… Bu üç arkadaş aynı medrese bahçesinde çocukluğunu geçirmiş ama kaderin sevkiyle Yûnus misali memlekete dağılmış, sonunda kader yine bir sebeple onları tekkede buluşturmuş.
Ömer Faruk Dönmez, ilk hikâye olan Abdullah’ın hikâyesinde köye yerleşerek doğaya dönmeye çalışan doktoralı bir köy imamının yaşadıklarını anlatıyor. Bu bölümde toplumcu gerçekçi romancıları ve hikâyecileri eleştiren Dönmez, köylü kurnazlığı üzerinden de insan zaaflarını müthiş bir şekilde anlatıyor.

10 Mayıs 2016 Salı

Beni sen mahvettin Sartre



"Geçip denizi gören bir kahveye oturduk. Beni sen mahvettin Sartre dedim. Sakin ol bayım dedi; hiç olduğunu fark et. Peki sonra? Sonrası hakkında fikri yokmuş iyi mi. İçimdeki okyanusta dalgalar kabardı. Sartre bana bir pipo armağan etti. Önce almak istemedim ama... Kırmamak için aldım. 
Fener yine mi mağlup olmuş dedi Sartre. Saçmalama dedim. Bu bizi ilgilendirmez. Kendimi söke söke alacağım bu insanlardan dedim. Sen bilirsin ben karışmam dedi. Zaten hükümetle de arası pek yokmuş. Yıllar sonra Paris'te buluşmak üzere sözleştik. Bildiği bir lokanta varmış, harika yemek yapıyormuş adamlar. El sıkıştık aceleyle. Uçağı kaçırmak üzere olduğunu söyleyerek çayını bile bitirmeden gitti."

"Hep Aynı Hikâye"

28 Nisan 2016 Perşembe

Bir Mevzisi Yoksa İnsan Niye Yaşar ki?

 Veysel Altuntaş
Aşkar dergisi, sayı:25 Ocak 2013

Hikâye Varlığını Nereye Yaslar?
Sıkça sorulan soruları doğru konumlandırmak, yeni sorular doğurma zahmetinden kurtarır bizi. O halde soralım yine hiç sıkılmadan: Hikâye neyin anlatıcılığını yapar? Varlığını nereye yaslar?

 “Ne”, “nasıl”ı belirler. Ne anlatıyorsak öyle anlatırız. Başka bir ifadeyle, niyet eylemi etkiler, muhteva üslubu. Anlatacağımız eğer modern dünyanın sıkışık hayatları ise, ona uygun bir dil geliştirmek mecburiyetindeyiz doğal olarak. Renk, soluktur günümüz hikâyesinde; ses uzaktan uzaktan gelir. Bir mühendis titizliğinde örülmüş bir yalnızlık vardır orada, soğuk ve hesap edilmiş.

Bir taraftan lügatlere giren kafkaesk kavramı, çağrıştırdığı anlam ve buna uygun bir dil; öbür tarafta tevekkül, iman ve neşe kültüründen kopmayan insanların sürdürdüğü berrak yaşantı.

Yalnız başına yaşayan, aile ve akraba bağlarından azade, mutsuz, umutsuz, bayramsız, misafirsiz, geçmişe küskün, geleceğe kırgın tiplerin kuşattığı bir edebiyat sahasında, köyünden, tarlasından takımından, düğün gecelerinden, ninesinin fistanından, babasının şalvarından, yer sofrasından, amcasının kızına âşık olan gençten bahsetmek en hafif tabirle yavan kaçmaya mahkûm edilmiştir sanki.

Burada bir tercihi yargılamak yahut doğruyu göstermek gibi bir kaygıdan uzak olduğumuzu belirtmeliyiz. Okuyucuya, olması gerektiği kadar çeşitli seçenekler sunabiliyor mu edebiyat ortamı? Peki, böyle bir dile yaslanan metinler neredeler? Poe’nun yolundan giden hikâyecileri görebiliyoruz rahatlıkla; peki halk söyleyişleriyle zenginleştirilmiş, bir iftar davetini yahut yaylaya göç edişi anlatan hikâyelerle karşılaşan okuyucunun ilk tepkisi ne oluyor ya da kitap raflarına göz attığımızda ilgimizi daha çok hangi başlıklar çekiyor?

26 Nisan 2016 Salı

Ömer Faruk Dönmez'in "Sorular" Hikâyesi (hangi yasadışı şarkı / tasadışı edip gönlümü / zarif bir arif kılar beni)



SORULAR

üzgünüm / hüzünlüyüm / el aman

sakallı / huzurlu / vakarlı / bir caminin şadırvanında henüz abdest almış / yüzü serin / doksan dokuzluk firuze tesbihini çekerek ezan-ı muhammediyi bekleyen arifin / bana söyleyeceği şeyler olmalı / ya kerim / ya metin / ya rahim / ya rahman

bana cevap ver

üzgünüm / hüzünlüyüm / el aman

bana söyle / nedir / ellerimde biriken hüznü silkelemenin yöntemi

çaresi nedir için için ağladığım için tutulduğum ince hastalığın

bana söyle / bu dertten ölebilirim / ağrı kesici /
ateş düşürücü ve kas gevşetici öneriyor doktor /
oysa bana his gevşetici lazım / nereden bulabilirim

kurtulmak mümkün müdür bu şizofren çağın nosyonlarından / halüsinasyonlarından / depresyonlarından

ve ikna etmek mümkün müdür münker nekiri / örneğin bahis açsak /
hileli-cilalı borsa çağının hoşgürü trendlerinde / günah enflasyonlarından

kitaplara sığınarak kaçılabilir mi sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyen sevgililerin anlayışsızlıklarından / kitaplara kaçırılabilir mi sevgililer / ya da kitaplardan sevgili kaçırılabilir mi tıpkı bir kız kaçırır gibi saraydan / insan bu hengamede kafayı kaçırabilir mi ya da / ne olup bittiğini anlamadan

söyle bana neden / neden ölmeyi beceremez insan /
yapayalnız geçirilmiş bir geceden sonra okunan sabah ezanlarının ardından

bana söyle / herkesin dilekçesinin bir nüshasında ‘aslı gibidir’ yazıyor da / nasıl bir fayda umulabilir / benim arzuhalimin altına ‘yaslı gibidir’ yazılmasından

sigara dumanları deva olmazsa bu kederli yalnızlığa /
ettiğim dualar şifa olmazsa / nedir kendimi bir metropolün
arka sokaklarında fütursuzca vurmaktan alıkoyabilmenin formülasyonu

bana söyle / yüz seksen derecedir diyorlar bir üçgenin iç açıları toplamı
/ ama / kaç derecedir acaba / bir insanın iç acıları toplamı/
hiç hesaplayan var mı bunu

peki aristodan / ya da en iyisi pisagordan bir asist yapsak / kurtulabilir miyiz acaba bu sefil kompozisyonu

söyle bana nedir / yosmadan geçilmeyen bir kentin
sokaklarından kusmadan geçebilmenin yolu

söyle bana ne kadar geçerlidir şimdi / haramdır diye ahkam kesen softanın fetvası / hangi kutsal kitapta yüklenir insanın zayıf sırtına / işlemediği suçların cezası / söyle bana nedir / o yosmaların yeşil gözlerine duyduğum ilginin kimyası

fizik kurallarından haberi var mıdır peki / kafelerde kola içen beli açık kızların / sebep olduklarının farkında mıdırlar acaba / yere dökülmesine gökteki yıldızların

yârçekimi kanununa uygun mudur / bûselik makamında beste çalabilmesi /
tırnakları ojeli hırsızların

neden böyle yakar / yıkar / viran eder / perişan eder / besteler / şarkılar beni
ve hangi yasadışı şarkı / tasadışı edip gönlümü / zarif bir arif kılar beni /

Ömer Faruk Dönmez
Bir Kitap Bir Balta
Sf. 105
İz yayıncılık 2009

Sizi hapsediyorum ey insanlar!

Beni buraya kapattılar çünkü saçmaladıklarını söylüyorum.
Rahatlarını bozuyorum. Alışmadıkları şeyler yapmalarını istiyorum. Hayatlarına sövüyorum.
Kaçık olduğumu düşünüyorlar. Kaçık olan kendileri.
O halde şimdi yeni bir karar alıyorum: buradan kaçmak için plan yapmaktan vazgeçtim.
Bunun yerine yine ters bir şey yapacağım ve herkesi bu deliğin dışına hapsedeceğim.

Sizi hapsediyorum ey insanlar!

Beni tıktığınız bu deliğin dışına hapsediyorum sizi!

Orda ne haliniz varsa görün!

"Kaçık"
Hep Ayı Hikâye, sf. 56
Ömer Faruk Dönmez

25 Nisan 2016 Pazartesi

Yusuf suresini fehmetmeye niyetlenmiş

Mehmet Akbulut
Dünyabizim.com, 18/08/2013

Yazdıklarıyla arada bir Müslümanların zihinlerini tırtıklayan bir yazar. “Nasıl yaşıyorsunuz?” davetiyesiyle değil de daha çok “Müslüman böyle yaşamalı” tebliğiyle okurlarını rahatsız eden bir yazar o. Kimden mi bahsediyorum? Ömer Faruk Dönmez’den tabii ki.

Bu sefer kütüphanemize Ölü Bir Yazarın Anlattıkları isimli kitabıyla konuk oluyor yazar. Ölü bir yazardan nasıl konuk olur demeyin lütfen. En olmaz temalı filmleri izlemek için sinemalarda kuyruk oluşturanları bilmiyorum sanmayın. O sebeple kimse ses etmesin ve ölü bir yazarın “öte taraf”tan bize neler yazabildiğine dikkat kesilelim.


Yıllar evvelinden ölen ve fakat bir türlü yazmaktan vazgeçemeyen İbrahim adlı bir yazarın tuhaf bir şekilde ahiretten bize postaladığı bir metinle karşı karşıyayız. Dünyadayken sürekli adaletsizlikten ve usulsüzlükten şikâyetçi olan yazar, okurun beklentisini hemen başından kesip atıyor. Durun, hemen öyle umutsuzluğa pirim vermeyin efendim. Yani ki şöyle demeye getiriyor sevgili yazar: “Ey okur, şimdi sen, benim ahiretten haberler vereceğimi, burada (yani öte dünyada) işlerin nasıl yürütüldüğünü anlatmamı bekliyorsun. Böyle bir beklenti içine girme, çünkü anlatmayacağım.” Nedendir diye sormak elbette okurun hakkıdır. Efendim, her şeyi kitabın sohbetini yapan yazardan beklemeyin. Ne mi yapalım? Azizim elbette okumak lazım!

Ölü Bir Yazar Ne Anlatır?

Veysel Altuntaş 
Dünya Bizim, 26 Aralık 2011

Ölü Bir Yazarın Anlattıkları

Manifesto!
Cafcaf dergisinde ‘sanatsevicileri’ çok kızdıracak bir yazı okudum. Tabi buna yalnızca ‘yazı’ demeye çekiniyorum: Bir manifesto! Henüz bitmemiş bir hikaye hakkında bir değerlendirme yazmanın da riskleri var tabi. Ama buna değeceğine inanıyorum.

Ömer Faruk Dönmez: “Bizim Tufanımız da Modernizm'miş”

Bünyamin Dinç, Afâk dergisinin 4. sayısında Ömer Faruk Dönmez'le bir söyleşi gerçekleştirdi.

Sistemin put üreticileri olan ‘sekülarizm, modernizm, emperyalizm, kapita­lizm’ gibi kavramların size çağrış­tırdığı anlamlar nelerdir?


So­runun cevabı içinde: “Sistemin put üreticileri” demişsiniz. Bunlar çağdaş dinler; yeni putlar, sah­te tanrılar üretiyorlar. Anladığım kadarıyla, soru, kavramların tarihsel arka planı hakkında bilgi almak için sorulmuyor. İsteyen o konuları kaynaklarından araş­tırır, öğrenir. Bu kavramlar hangi yüzyılda, nerde doğmuştur, bize nasıl intikal etmiştir, bu, işin diğer tarafı.

Fakat şu nokta çok önem­li: Bugün kime sorsanız, emper­yalizme karşıyım diyecektir. Sokaktan bir adam çevirip sorsak, kapitalizme karşı olduğunu söy­leyecektir. Ancak modernizmin bu iki kavramla olan ilgisi, çoğu zaman ihmal ediliyor. Ülkemizde birtakım insanlar, emperyalizme ve kapitalizme karşı oldukları hal­de; modernizme karşı durmuyor­lar. Hatta genel itibarla uygarlığın ve çağdaşlığın çok önemli şeyler olduğunu, gelişme ve ilerleme­nin lüzumunu anlatıyorlar bize. Burada, kelimeyi sevmiyorum ama, bir ‘paradigma’ problemi var. Modernizmi savunduğunuz an, zaten emperyalizmi ve kapitalizmi de kabullenmiş oluyor­sunuz oysa. Bu nokta gözlerden kaçırılmak isteniyor. 

16 Nisan 2016 Cumartesi

"Hamza" Üzerine

Meryem Betül Altuntaş
04.04.2012
kitaphaber.com

"Ben Hamza; kaldırımlarda yürür, ülkemin sorunlarını çözerim. Mahcup delikanlıyımdır, fakat acayip de öfkeliyimdir hani. Evet, biz Anadolu çocukları susmayı ve sabretmeyi iyi biliriz. Fakat damarımıza basılırsa, adamın anasını ağlatırız evelallah. Emperyalistlere duyurulur. Aslı gibidir. Mühür ve İmza: Anadolu Çocuğu Hamza." (sh 51)

"Kimim ben? Hamza'yım. Gelin sizi ham yapayım. Dört yıldır sınava giren bir zavallıyım. 21 yaşındayım. İmam Hatip mezunuyum. Hani mahcup ve onurlu çocuk. (Hani koşu bittikten sonra da koşan at..) İşte o benim. Sabah dersaneye, akşam eve giderim. Laf aramızda müthiş kitap okurum. Edebiyatsever. Kitapsever. Ha, bir de reklamsever. (tövbe estağfullah.) Anladık anladık. Bu hayatın anlamı nedir? Niçin yaşıyoruz? Sen onu söyle. Bu soruya cevap bulamamış milyonlarca ahmak var. Hatta bu soruyu kendine bir kez olsun sormamış milyonlarca ahmak var!" (sf 14)


"Ben masum Anadolunun saf çocuğu Hamza, dört yıldır üniversite sınavını kazanamıyorum. Ve sizi temin ederim bu, aptal olduğum anlamına gelmiyor! Çarkına tükürdüğümün sistemi... Öhhö öhhö.. Pardon. Nezaketimizden taviz vermeyelim. Herşeye rağmen asaletimizi muhafaza edelim. Muhtaç olduğun kudret nerededir biliyorsun. Biliyorum tabi.. A grubu RH pozitif. Halis türk kanı. Ah baba ah! Yaktın beni. Adımı Hamza koyduğun yetmezmiş gibi, bir de tuttun İmam Hatip lisesine yolladın. Hayatım kaydı. Neymiş efendim? Dinine vatanına bağlı... " (sf 22)

Durun! Durun biraz daha.. Hamza'yı tanıdınız sayılmaz henüz bu kadarla. Ah, tanısak ne olur ki demeyin. Sizden bahsediyor, bizden! Hepimiz biraz Hamza'yız aslında. Evet, sizlere sesleniyorum. Öğretim sıralarında dirsek çürütenler! Sınavdan çıkıp şadırvanda abdest alarak namaza yetişenler! Modernizmin çarkına direnenler! Rahatsızlar! Dertliler! İstenilen dindar gençlik temasının alt yapısını dolduracak kült karşınızda!

Abiler! Ablalar! Sizler de bir baksanız buraya. 'Ah ilim irfan haya edep kalmamış.' diyerek yakınmayı bırakın biraz. Öyle küçük de görmeyin Hamza'yı. Hem ne olmuş yani 4 yıldır sınavı kazanamadıysa? Emperyalist, kapitalist, modernist zihniyete köle olduktan sonra adının şirket logolarında yazmasının ne yararı olur ona? Hamza öyle alelade bir lakaba prim verecek çocuk değildir. Düşünür Hamza. Ve sorgular, sigaya çeker.

12 Nisan 2016 Salı

"kaza süsü verdiğim cinayetler" ya da "hikâye süsü verdiğim vaazlar"
























“Hani, bir sabah uyandığında, kim olduğunu ve bu dünyada ne aradığını hatırlayamayan adam. 
Şimdi çok iyi biliyorum kim olduğumu. 
Size de ısrarla anlatmak isterim. 
Dergilerde veya kitaplarda, kaza süsü verdiğim cinayetlere, 
hah, yani hikâye süsü verdiğim vaazlara rastlarsanız beni arayabilirsiniz. 
Yine konuşuruz. 
Hoşçakalın. 
Hoşçakalın bayım.”

Bir Kitap Bir Balta, 2009, İz, 3. Baskı, Sf. 96


1 Nisan 2016 Cuma

Ömer Faruk Dönmez ile Bir Kitap Bir Balta Üzerine Söyleşi: "Galiba edebiyat ortamıyla bir bağım yok"

“Edebiyat ortamıyla bir bağım yok.” diyen Ömer Faruk Dönmez’le çok tartışılan kitabı Bir Kitap Bir Balta üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşi kitabı okuyan okura ayrı, okumaya apayrı şeyler söyleyecek. YAKUP ÖZTÜRK

-“Bir Kitap Bir Balta” ikinci kitabınız olarak İz Yayıncılık’tan çıktı. Tebrik ediyoruz. Hayırlı olsun diyoruz. Önceki kitabınız Hep Aynı Hikâye’den (Hece) bu yana, geçen üç yıllık zaman, hikâyeniz için ne anlam ifade ediyor? Şöyle ki, ilk kitabın yükünü üzerinizden atmakla, ikinci kitabı okura sunmak farklı duygulardır. Siz bu süreci nasıl geçirdiniz?
-Teşekkür ederim. İnşallah hayırlı olur. Sürece gelince… Aslında biraz karışık oldu. Bu kitaptaki ilk üç hikâye, Hep Aynı Hikâye’den önce yazılmıştı. Ama kitaba girmemiş, dergilerde kalmıştı. Sonra, Ay Vakti’ndeki ve Hece Öykü’deki metinleri de toplayıp bu kitaba dâhil ettik. Aynı süreç devam ediyor yani. Fakat ilk kitapta dolaylı söylediklerimi bu kez açıktan söylemiş oldum. 


-Şimdi başa dönmek istiyorum. Nerede doğdunuz, nerede okudunuz, edebiyatla ve hikâyeyle tanışıklığınız nasıl oldu, şu an nerede ikamet ediyorsunuz, edebiyat ortamıyla bağınız sadece belli zamanlarda dergilere hikâye yollamak üzerine mi kurulu?
-Adana’da doğdum, İzmir’de okudum. Edebiyatla tanışıklığım, aileden. Sağ olsunlar… Çocukluğum büfeli-konsollu evlerde değil, kütüphaneli evlerde geçti açıkçası. Okuyan insanlar oldu hep etrafımda. Edebiyat ortamıyla bağıma gelince… Galiba edebiyat ortamıyla bir bağım yok.
-Kimleri okumakla başladınız peki?
-Daha ilkokuldayken Çile’yle Safahat’la tanıştırdı babam beni. Zindandan Mehmed’e Mektup, Sakarya TürküsüKocakarı ile Ömer, Bülbül vesaire. Ama okumaya Jules Verne ve Hasan Nail Canat’la başladım diyebilirim. Bir de Yavuz Bahadıroğlu var. Sonra lisede üniversitede Nuri Pakdil’i, Sezai Karakoç’u, İsmet Özel’i okuduk.

30 Mart 2016 Çarşamba

“Büyüyünce Ne Olacaksın?”

[...]
Yine aynı şey oldu. Gerçekle hayal bir kez daha karıştı. Tahmin etmeliydim. Ne çaya damlatılmış ilaç, ne çuval, ne dam, ne korkuluk, ne aşağıda birikmiş bir kalabalık! Parktayım. Aysu hâlâ karşımda. “Nasılsın?” sorusunun n’si dudaklarının ucundan sarkıyor. Gülümsüyor. Bir an önce buradan uzaklaşmalıyım. Eşya ile bağlantıyı koparmamak lazım kardeşim. Tehlikeli şeyler bunlar. Riskli şeyler. Hiç gereği yok.

“İyiyim; fakat acelem var!” dedim telaşla, “Görüşürüz!”

Cevabını beklemeden fırladım. Ulan daha tek kelime etmeden başıma neler getirdin; bir de konuşsam kim bilir neler olur! Hızla uzaklaştım. Yürüdüm. Yürüdüm. İnsanların yanından geçtim, marketlerin, büfelerin, arabaların, otobüslerin, pastanelerin, lokantaların, kahvelerin yanından geçtim, ürkek ama besili kedilerin, kaburgaları görünen aç köpeklerin, çöp bidonlarının, kibirli apartmanların, zavallı gecekonduların, yağmurun, hüznün, acının, kederin, yalnızlığın yanından geçtim, su birikintilerine bastım, yol kenarındaki ağaçların yapraklarını kopardım, ıslak bir dala dokundum, dalların üşüyüp üşümediğini sordum kendime, küçük bir çocuktan selpak aldım, karşı kaldırımdaki bir ihtiyara selam verdim, bir dolmuşa öylesine binip iki durak sonra indim, kitapçıdan rasgele bir edebiyat dergisi alıp ilk şiiri okudum, zırvaydı, öfkelendim, üzüldüm, insanlara baktım, ey insanlar dedim, ey insanlar, nereye gidiyorsunuz böyle acele, size bir sır vereyim ey insanlar, öbür tarafı bir bilseniz, ah bir bilseniz dedim, hafif bir yağmur başladı, sonra yine insanlara baktım, durakta bekleyen yorgun polise; kuyumcunun vitrinindeki beşibiyerdeye özlemle bakan genç kadına; kırtasiyede yazılı kâğıdını fotokopiyle çoğaltan gözlüklü öğretmene; duvar kenarına yığılmış üstü başı perişan zavallı sarhoşa; yağmur başladığı için bardakların üstünü o küçük metal tabakçıklarla kapatıp ‘geldi abim!’ diye bağıra bağıra neşeyle dükkânlara girip çıkan çaycıya; manavdan meyve seçerken bir yandan da taze olup olmadıkları konusunda söylenip duran titiz ev hanımına; gezintiye çıkardığı sevgili finosunun kıymetli ayakları ıslanmasın diye telaşla bir taksi durduran sosyetik teyzeye; ellerinde çantalar ve yüzlerinde gülücüklerle okuldan çıkmakta olan yaşıtlarına buğulu gözlerle bakan siyah saçlı siyah gözlü on yaşında bir ufaklığa; sahafın tezgâhındaki kırmızı ciltli Gazap Üzümleri’ni almaya -ceplerini ısrarla ve utanarak karıştırmasından belli ki- parası yetmeyen mahzun kitapsevere; kolundaki sepete süt şişeleri, sucuklar, ekmekler ve gazeteler dolduran tebessümü kurnaz kapıcıya; bir yandan kızın beline elini ustaca konuşlandırırken diğer yandan -birilerine yakalanmamak için olsa gerek- güneşsiz havada güneş gözlüklerini takmayı ihmal etmeyen tebdil delikanlıya; elindeki fotoğraf makinesiyle akşam altı’ya kadar iyi bir sahne yakalamak zorunda olan bıkkın gazeteciye; mağazadan şık bir oturma grubu alarak çıkan ve eve ne zaman yollanacağını satış görevlisine doksanıncı kez sormaktan yorulmayan doyumsuz kadına; dersane dönüşü pastaneye bişeyler içmek üzere giren siyah deri ceketli ve belde iki üç kat katlandığı için boyu epey kısalmış bordo kadife etekli uçarı lise kızlarına; tablasında Ferdi Tayfur’un eski kasetlerini ucuza satan ve kendisi de Ferdi Tayfur’a benzeyen bıyıklı adama; sağ koluna çorapları sol koluna eldivenleri atıp namaz çıkışı cemaate satabilmek için cami avlusuna giren saçları ağarmış emekli noter kâtibine; şuna, buna, ona, insanlara… insanlara baktım, ey insanlar dedim, ey insanlar!

İnsanlar beni duymadılar.

28 Mart 2016 Pazartesi

Memleket meselelerine "Dervişan''e bakış

Ömer Faruk Dönmez''in İz yayınlarından çıkan Dervişan birbirinden alakadar öykülerden oluşuyor. Dönmez öykülerinde bazen bir ilahiyatçı bazen bir yazar bazen de bir derviş olarak okuyucusunun karşısına çıkan kahramanları aracılığıyla hepimize yaşadığımız hayatı sorgulatıyor.
Dervişan, yazılarını Cafcaf''tan da takip ettiğimiz Ömer Faruk Dönmez''in son kitabı. Daha önce ''Bir Kitap Bir Balta'', ''Hamza'' ve ''Bir Yobazın Günlüğü'' adlı kitaplarını okumuş olanlar için, Dervişan bir nevi ''mütemmim cüz'' mahiyetinde. Üç uzun ve muhteva olarak da birbiriyle yakından alakadar öyküden oluşan yeni kitap, muhtevası ve üslubu itibariyle ''çabuk roman'' olarak da isimlendirilebilir. Yani, birbirinden bağımsız okunabilecek; ama aslında birbirine bağlı, üç uzun hikâyeden bahsediyoruz.

25 Mart 2016 Cuma

Seküler Dünya Yapısına "Hamza"ca Bir Bakış

Bu çalışma Ömer Faruk Dönmez ’in “Hamza” adlı kitabının bir analizini içermektedir. Modern dünyanın getirdiği zihin işgalinin bir analizinin yapılması amaçlanmaktadır. Kitabın ilk bölümünün çoğunda üniversiteye hazırlanan bir gencin sınav psikolojisi üzerinden bir toplum değerlendirilmesi yapılmaktadır. Kitabın karakteri Hamza üniversite sınavına hazırlanan, sorgulayan, düşünen, düşündüğünü söyleyen, komik bir o kadar da duygusal bir Müslüman gençtir. Hamza dört sene sınava hazırlanır ve ancak dördüncü senesinde sınavı kazanır. Bu dört sene içerisinde gözlemler yapar, sınav psikolojisinin gençler üzerindeki etkisini bazen alaylı bazen trajikomik bazen de absürt bir şekilde ortaya koyar. Hamza, “Ben masum Anadolu’nun saf çocuğu Hamza, dört yıldır üniversite sınavını kazanamıyorum ve sizi temin ederim ki bu aptal olduğum anlamına gelmiyor.”(Dönmez, 2014:22 ) diyerek üniversiteye hazırlanan bir gencin neyle meşgul olduğunu ve neye maruz kaldığını anlatır.

Müslüman bir gençtir Hamza. Bir sorun olduğunun farkındadır. Ümmetçidir. Birleşme taraftarıdır. Müslüman gençlerin içinde bulunduğu durumun tahlilini yapar. Modernizm’in gizli bir şirk unsuru haline geldiğini anlatır.



Bazı can alıcı isimler veriliyor kitapta. Edebiyat, sosyoloji ve siyasi alanda etkili isimler… Yeri geldiğinde varoluşçulara yeri geldiğinde İslamcılara vurgu yapılıyor. Sevdiği isimler vardır Hamza’nın. Cemil Meriç ,Necip Fazıl, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Kafka gibi…
                             

20 Mart 2016 Pazar

Her kitabı kendini okutabilen güçlü bir hikâyeci

Bir Kitap Bir Balta (İz y., 2009) hakkında söylenebilecek çok şey var. Daha doğrusu Ömer Faruk Dönmez’in hikâyeciliğiyle ilgili uzun uzun konuşmak gerekir. Çünkü Ömer Faruk Dönmez farklı bir yerden başlamıştır işe. Bu iş, Dostoyevski romanlarında karşımıza çıkan ve bizi çok düşündüren bir özelliktir: Dışa dönük konuşma. Ömer Faruk Dönmez bunun başarılı örneklerini ortaya koymuştur.



Hani Suç ve Ceza, Delikanlı veya Karamazov Kardeşler’deki o uzun diyaloglar, sayfalarca süren, konuşanın artık delirdiğini zannettiğimiz ama hiç de deli saçması şeyler söylemeyen, hayata, insana ve zamana dair bilgece kurulmuş cümlelerin geçtiği diyaloglar… Ömer Faruk Dönmez’in hikâyelerinde de vardır. Kahraman konuşur, araya hikâyeler sıkıştırır. Sanırsınız hikâye bahane, konuşmak şahane. Kahraman, derdini söylemek ister. Konuşma esnasında, örnek olsun veya konuşmayı toparlasın diye bir hikâye anlatır. Ömer Faruk Dönmez’in hikâyeleri de bu şekildedir. Bu yüzden onun hikâyelerinde tasvir azdır. Fikir çoğunluktadır. Yargı, tespit, sorgulama çoktur. Olay anlatımına bunlar sürekli eşlik eder. Bunlar hikâyenin hem mazotu hem de motorudur.

16 Mart 2016 Çarşamba

"Mutsuzuz anasını satayım! Biz mutsuzuz!"

Alıntılar Defteri - 3


"Bir de kurtarmam gereken bir imaj var tabi: biz bakın böyle, işten eve evden işe gidip gelen, dürüst, kendini ilme adamış insanlarız ve mutluyuz. Siz her gece barlara, gece kulüplerine gidiyorsunuz ve mutsuzsunuz ya, bir türlü tatmin olmayıp alkolde, haplarda huzuru arıyorsunuz ya; biz evimizde böyle oturup duruyoruz ve kendi küçük dünyamızda mutluyuz. Alkol yok, kumar yok, barlar yok, gece hayatı yok, bakın biz mutluyuz. Hiçbir davaya yalancı şahitlik edemem: yok böyle bir şey: mutsuzuz anasını satayım! Biz mutsuzuz!"


"Bir Yanlışlık" 
Hep Aynı Hikaye
Ömer Faruk Dönmez

13 Mart 2016 Pazar

"Bir mitoloji kahramanı değilsen..."

Alıntılar Defteri - 2

“Bir mitoloji kahramanı değilsen, gerçeksen, yorgunsan, 
akademisyenlerin konferans salonlarındaki söylevlerine inanmıyorsan, 
finallere çalışmayı gereksiz bulup yedi dersten bütünlemeye kalıyorsan, 
parfüm markalarından, ojelerden ve son çıkan kasetlerden bahsedip duran zihinsel özürlü kızları katlanılmaz buluyorsan, 
içinde altı yaşından kalma sıcacık bir körebe deviniyorsa, 
yaşadığın aşk leyla mecnun kıssalarının hiçbir versiyonuna uymuyorsa, 
üzgünüm, yenildin sen, kaybettin. Mahvoldun. İşin bitti. Gidebilirsin. 
Şapkanı vestiyerden almayı unutma. 
Bizi ara. Mektup yaz. Yine gel.”

Ömer Faruk Dönmez
Hep Aynı Hikâye
İz yayıncılık 2015
sayfa 21

10 Mart 2016 Perşembe

"canımdan çok sevdiğim sevgili balıklarıma / denizin dışında da bir hayat olduğunu anlatmak istedim..."

Alıntılar Defteri - 1

-öğrenci yurtlarında, vakıflarda, derneklerde insan yetiştiren (!) arkadaşlara-




bir gün bir karar verdim ve canımdan çok sevdiğim sevgili balıklarıma / denizin dışında da bir hayat olduğunu anlatmak istedim / hemen çalışmalara başladım / balıkların önde gelenleriyle bir dizi toplantı yaptım / sonra sempozyumlar açıkoturumlar paneller düzenledim / ağaçları kuşları gökyüzünü anlattım onlara / şeffaf dosyalar içinde belgeler kanıtlar fotoğraflar taşıdım sular altına / konferans salonlarında ateşli nutuklar attım şiirler okudum marşlar söyledim öteki dünyaya dair / fakat nafile / tüm çabalarım sonuçsuz kaldı / zira hiçbir balık / suların dışında da bir hayat olabileceğine inanmamaktaydı / hatta dillerini anlayabildiğim ve en yeteneklilerini bile imrendirecek bir yüzme kariyerine sahip olduğum halde benim uzak ve garip bir gezegenden gelen bir deli olduğumu düşünmeye başladılar
"Formulation"
Bir Kitap Bir Balta

Zeki Bulduk: "Baltasını taşkafalara vuruyor!"

Türk öyküsü rahatsız! Tüm kolaycı anlatıcılara inat rahatsız yazarlar da var. Ömer Faruk Dönmez, popülist dünyaya inat sesleniyor: "Akletmez misiniz?!'

Bay Cezmi C., Bir Sinek Olarak Uyanırsa…


Bir kitap bir balta olarak kullanılabilir mi?
Eğer ruhumuzdaki çıkıntıları  yontacaksa, kitabın balta olarak görülmesinde sakınca yok!
Heykeltıraş, yaptığı  eserle övünmezmiş. Eserin taşın içinde olduğunu, birkaç çekiç darbesiyle o eseri yerinden çıkardığını söylermiş. Üzerindeki taş parçalarını almaktan öte bir iş yapmadığını söyleyen heykeltıraş mütevazıdır.

Bir Kitap Bir Balta adlı  öykü kitabının yazarı Ömer Faruk Dönmez de bu açıdan baktığımızda mütevazı. Öykülerinin sadeliği ve içerisinde saklanan kaya gibi sert sorularla da mütevazı.
Türk öyküsü hakkında cüsseli sözler edemem. Lakin, öykü serüvenimizle “Batı Serüvenimizin” akrabalığını inkar da edemem. Zira, hikayemizin Tanzimat’la birlikte hayatımızda “öykücük” adaları meydana gelmeye başladı. Batı tarzı öykü, batı tarzı yaşam, batılı okuma ve yazma biçimleri derken zihnimizde ciddi “yırtılmalar” oldu. En sarih düşünen insanlarda dahi “batı açmazı” karşısında tavır geliştirmek namına “medeniyet yürüyüşümüz” sekteye uğradı. Adeta “savunma hattına” çekilen insanların zihniyle bakmaya başladık hayata.
Ömer Faruk Dönmez’in Bay Cezmi C. Karakteri bu açmazın bir ürünüdür. Sinek, tabii olanın bittiği, yapay olanın başladı zamanları haber verir. Son Görev, ölümü hayatından kovan insanların sürreel bir anlatımıdır adeta. Diğer öykülerde ise yoğun bir kara mizah vardır. Belki de bu Ömer Faruk Dönmez’in Cafcaf’taki Hamza karakterinin aforizmalarıdır.

Oğuz Atay Cesareti


Ömer Faruk Dönmez, yeni bir yol mu açıyor? Hayır. Oğuz Atay, Franz Kafka, Yusuf Atılgan’ın mü’min hali var sanki karşımızda. Ama, soru sormaktan, eleştirmekten çekinmeyen, hemen kabul etmeyen, hayat denilen bu oyunu ciddiye alan, düşüne taşına yazıya yaklaşan bir öykücü var karşımızda. Keyif olsun diye değil de, kahramanlarının tabiriyle “insanlara hakikati anlatmak için yazan” bir yanı var. Ama,” hakikati ben buldum, alın işte budur!” biçiminde değil; soru sormayan, kaygılanmayan, düşünmeyen kahramanları değil de tüm bu eylemleri yapan mizah gücü yüksek kahramanları dillendirerek yapıyor işini.
Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırmasına benzeyen bir yan var özellikle adlarını verdiğim öykülerde: Modernizme, yapaylığa, alışkanlıklara saldıran kahramanlar üretiyor Ömer Faruk Dönmez. Bunu yaparken ise öykü sınırlarının dışına çıkıp, mesel, hikmet, masal ya da didaktik öykü anlatımı yapmıyor. 

8 Mart 2016 Salı

Bir Kitap Bir Balta Bir de Hikâye

Bir Kitap Bir Balta, Ömer Faruk Dönmez'in ikinci hikâye kitabı. Kitapta dikkatimizi çeken ilk şey hikâyelerdeki biçimsel farklılıklar. Hep Aynı Hikâye’de uzun, hacimli hikâyelerle başlayan yolculuk ikinci kitabın ilk sayfalarıyla devam etse de sonradan yerini kısa hikâyelere bırakıyor. Daha önce (Hep Aynı Hikâye) noktalamaları (özellikle noktayı) yerli yerinde kullanan yazar bu alışkanlığını terk edip noktanın yerine eğik çizgiyi getirmiş. Dönmez'in ikinci kitabı üç bölümden ve on beş hikâyeden/ anlatıdan/ hislenmeden oluşuyor. Hikâyelerde yine mizah, ironi, çatışma, unutma, hatırlatma, edebî alıntılama, leitmotiv vb. unsurlar kullanılmış.

Hangi hikâye neyi anlatıyor? Bir Kitap Bir Balta’daki hikâyeleri kısa ve sembol ifadelerle değerlendirdiğimizde şunları görüyoruz:

"Sinek" adlı hikâyede ölmek üzere olan bir kara sineğin ağzından insanların hayatına bir bakış sergilenir. “İnsanlar ne yapıyorlar” sorusuna, "Hiç, sadece sinek avlıyorlar. (…) Varoluş sırlarını yitirdiler. Hah! Varoluş sırlarını yitirince de anlamsız bir hayat sürmeye başladılar." cevabı verilerek hikâyenin özü belirlenmiş.

 "Son Görev" adlı hikâyede ölümün insanları takibini görüyoruz. "Şu aptal ölümlülerin ölümü görememeleri ne kadar ilginç. (…) Her gün etrafınızda yüzlerce ölüm dolaşır, hepiniz de bunu bal gibi bilirsiniz, fakat bu işin sizle hiç alakası yokmuş gibi yaşamaya devam edersiniz." ifadeleriyle ‘son görevli’nin izlenimleri aktarılmıştır.

"Bay Cezmi C." kitabın en ilginç, en önemli ve vurucu hikâyelerindendir. Bay Cezmi C., yaşadığı hafıza kaybı sonucu kim olduğunu unutur, yani kimliğini kaybeder. Gördüklerinin, yaşadıklarının ve düşüncesinin yardımıyla kim olduğunu hatırlamaya çalışır. Sahi, bu ülkede bir insan neye bakarak kimliğini tespit edebilir? "Bir kere, öncelikle şunu gördüm: Kim olduğunu ve bu dünyada ne aradığını unutan sadece ben değildim. Evet milyonlarca insan unutmuştu bu sözünü ettiğim şeyi." sözleriyle kimlik bunalımını, kargaşasını, ‘kim’liklerini unutanları anlatmıştır.