25 Ekim 2016 Salı

“Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak”

Ömer Faruk Dönmez‘in ilk hikâye kitabını okurken kapıldığım kısır döngüyü betimlemeye çalıştım. Kendini korunaksız, sefil, yoz, rezil hissetmek istemeyen okumasın bu kitabı. Çıkış yolunu bulmanın kolay olduğuna inananlar da uzak dursun bu öykülerden. Kazandığına dair inancı sarsılmaz olanlar; siz de okumayın. Bu çağın, kalbini deştiği kişiler! Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak bir eser.
‘Bir kalbi yoksa, insan nereye gidebilir?’
Kaybedenlerin dünyasına hoş geldiniz: Geçmişini, geleceğini, kendini yitirmişlerin nefret dolu yurtsuzluğuna. Hiç birinin ismi yok. Ancak bir harfle işaret edilebilecek kadar yer tutuyorlar bu dünyada. Varoluşlarını korkunç sıkıntılarla farkedebilen kaçıklar bunlar. Kaçmak mümkün mü bizi çepeçevre saran, içimize sinmiş, bizi belirlemiş, kalbimizi ve zihnimizi kölesi kılmış bu hikâyeden? Bir kaç yüzyıldır bizi ele geçirmek için verdiği uğraş, boşa gitmemiş demek ki.
Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz
Evden işe gidiyoruz sürekli. Otomatiğe bağlanmış robotlar gibi çalışıyoruz. Numara yapıyoruz. Kıravatlarımız ve güzel elbiselerimizle, tıraşlı yüzlerimizle, tahrik edici kokularımızla etkilemeye çalışıyoruz başkalarını. Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz. Kusursuz tanrıcıklar olmak istiyoruz. Aslında sahtekâr, ikiyüzlü ve içgüdülerimizin esiri olan zavallı yalancılarız.


Kalbimizdeki son gözenekler de kapanıyor
Yabancılara gösterdiğimiz yapay nezaketi dostlarımıza, karılarımıza, kocalarımıza göstermiyoruz. Ve akşam, birikmiş bir can sıkıntısıyla eve dönüyoruz. Evde hoyrat, haşin ve mızmızız. Ağzımızı şapırdatarak yemek yiyoruz, pis pis geğiriyoruz. Kumandayı elimize alınca ‘vay be, ne güçlüymüşüm’ zannına kapılıyoruz. Dondurulmuş, dumura uğratılmış beynimiz televizyon karşısında sıfırlanıyor. Yarışmalar, ucuz polemikler, magazin dedikoduları, yalan üstüne kurulu dünya havadisi bizi iyice işe yaramaz hale getiriyor. Kalbimizdeki son gözenekler de kapanıyor.
Uyku saati gelip çatıyor. Büyük mekanizmanın her yerde kurduğu saat. Ama içimizde büyüttüğümüz, beslediğimiz yakışıklı ve karizmatik erkek yok yatağımızda. Ya da albenili, deli dolu, şuh kahkahalar atan kadın yok. Bu yüzden en kestirme yoldan uykuya dalmalıyız.
Aristonuz, Hegeliniz sizin olsun
Ama bu sabah farklı bir şeyler olacak, biliyorum. Gittiğim üniversitede yıllardır ertelediğim aşka kavuşacağım. Yeniden gençleşip tüm yaşayamadıklarımı yaşayacağım. Aşk elimden tutacak ve bu sıkıcı, tekdüze, banal yaşamdan beni kutaracak. 18 yaşıma geri döneceğim. Yıllardır içimde büyüttüğüm, tahayyül ettiğim o genç ve güzel ve dirim dolu kıza ‘seni seviyorum’ diyeceğim.
Belki de bir kavgadan sonra çıkıp gideceğim evimden. ‘Kırmızı çizgili siyah gömleğimi’ ütülemeyen karıma bağırıp çağıracağım. Onu ve oğlumu öylece bırakıp terkedeceğim sıradanlaşmış bu hayatı. ‘Canınız cehenneme!’ diyeceğim. Reklamlarınız, bilimsel tezleriniz, kurallarınız, kutsal saydığınız üniversiteleriniz, yanılmaz aklınız, Aristonuz, Hegeliniz sizin olsun. Ben bu durakta bekleyeceğim. O aptalca hayatınıza bir daha geri dönmeyeceğim. Güzellikleriniz, incelikleriniz, pastaneleriniz, otelleriniz, cep telefonlarınız, ‘coca cola’larınız, tıka basa yediğiniz nefis yemekleriniz sizin olsun. Geberinceye kadar yiyin. Cehennemin dibine kadar yolunuz var.

Taviz vermek yok
Ben taviz vermeyeceğim. Boynumdaki ipten rahatsızım ve onu boynumdan çıkartıyorum. Her şeyden ve herkesten nefret ediyorum. İğrenç patronlardan, kasım kasım kasılan profesörlerden, birbirini taciz eden iş arkadaşlarından, durumu idare eden tüm insancıklardan…
Ben aslında iyi bir adamım. Bakmayın karımı öldürdüğüme. İnanmayacaksınız ama o da iyi biriydi. Ama ben kertenkelemle de yaşayabilirim. O beni dinler. Beni dinlemeli ve anlamalısın kertenkelem. Bak bu kavanozu senin için hazırladım. Kütüphanemdeki hiç okumadığım üç Nietzsche kitabının üstünde nasıl da asil duruyorsun kertenkelem.
Bakmayın şimdi bu mezarı onun için kazdığıma. Onu yanlışlıkla öldürmüş bulundum. Aslında ölen ve gömülen benim.
Hepinizi öldürmeliyim. Sizi bu çaresiz mutsuzluğunuzdan kurtarmak için hepinizi sistematik bir biçimde öldürmeliyim. Bu, işe yaramaz yaşamlarınızın sonunu getirmek için size bahşettiğim bir lütuftur.
Bu bitimsiz nefreti içime siz soktunuz
1.JPG
Siz yeşil gözlü kapıcılar! Hepiniz birer katilsiniz. Sanattan, edebiyattan, felsefeden anlamazsınız siz. Siz birbirinizin karılarına sarkarsınız. Karınız, yanınızda sigarasını bir başka erkeğe yaktırınca ses etmezsiniz. Memnun kalıp gülümsersiniz bu hareketinden dolayı. Sonra buna kızan bir adama ‘kaçık’ dersiniz. Onu bir deliğe tıkarsınız hemencecik. Ve/ya onu evine gömersiniz canlı canlı. Deli ve tehlikeli deyip onunla bütün bağlarınızı kopartırsınız. Sizi kandıranı, aldatanı bıçakla doğramazsınız mesela. Para biriktirmeye, lüks lokantalara gidip yemekler yemeye, içi kof entelektüel geyikler yapmaya devam edersiniz.

Yürekte aşk yoksa felsefe beyinde hararet yapar
Bu bitimsiz nefreti içime siz soktunuz ey köleler, konformistler, çıtkırıldımlar, ‘bit yavruları’! Hikâyemin bir yerinde, birden asfalta düşüp paramparça olmama siz sebep oldunuz. Bu çıkışı olmayan yaşam odasına sizin duyarsızlığınız yüzünden hapsolup kaldım. Şimdi burada, kendi başıma bir belayım. Üstelik bunun bir çözümü ve çaresi de yok. ‘Ah baylar, modernizm tanrıya olan inancımızı çok çarpık bir biçime sok’tu. Beni de her şeyi bildiğime inandırıp tanımlanamaz bir çöle saldınız. Oysa ‘yürekte aşk yoksa felsefe beyinde hararet yapar.’ Bu yüzden ben, selülozdan imal edilen gazete gibi, gayesi sevgilisine kavuşmak olan o kağıt parçası gibi yollara düşmek istiyorum. Cebimde bir ‘Kahkaha’, karanlıkta…

Mustafa Nezihi Pesen
04.06.2010, Dünya Bizim
Alıntı sayfası: http://www.dunyabizim.com/omer-faruk-donmez/3759/nefretle-yazilmis-bir-kitap-bu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder