ORTAYA KARIŞIK
Ömer Faruk Dönmez
Her şeyin
böylesine birbirine girebileceğini doğrusu tahmin etmemiştim.
Ortalık bir
anda toz duman oldu. Her şey birbirine karıştı. Bu bir rüya mı? Kâbus
demeliydim. Evet, bu bir kâbus mu? Küçük bir çocuktum. Ne zaman geldim otuz iki
yaşıma? Durum bir hayli karışık aslında. Yağmur yağıyor. Seller akıyor. Arap
kızı görevinin başında. Allahım sen aklımı koru. Arkadaşlar da tıpkı o Arap
kızı gibi uslu uslu oturup yağmuru seyretselerdi ya! O zaman işler bu kadar
karışmazdı. Peki ne yaptılar? Kayboldular. Kim? Arkadaşlar. Nereye kayboldular?
Elinin körüne. Efendim? Yaa efendim tabi! Ben de cümle âleme kafa tutuyorum
işte. O kadar. İtaat. Kariyer. Saat. Bariyer. Şişli. Sarıyer. Vefa. Cefa. Aman
aman, benden uzak dursunlar da. Gölge etmesinler, başka ihsan istemez. Ne
Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü. Yorgan gitti kavga bitti. Yorgan yüzü. Yastık
kılıfı. Yoğurtlu patlıcan kızartması. Belirtisiz isim tamlaması. Ne diyorsun?
Galiba sayıklıyorum. Bir de, bundan iyisi Şam'da kaysı, diye bir şey var. Sonra
Şam fıstığı var. Antep fıstığı var. Şam galiba Suriye'nin başkentiydi. Biraz
coğrafya çalışsam iyi olacak. Halep ordaysa arşın burada. Halep nerde? Tahran.
Bağdat. Yorgan gitti… Yanlış efendim: bazı kavgalar yorgan gittikten sonra
başlıyor asıl.
Canım konuşur
anlaşılırız. Kafa tutulur mu? Ne ilkel bir tavır değil mi. İlla bir şey
tutulacaksa; söz tutulur, ev tutulur, köşe başları tutulur, balık tutulur,
takım tutulur, avukat tutulur, oruç tutulur, bayramda misafire kolonya ve şeker
tutulur, hakkımızda bazen gizli dosyalar tutulur, zanlılar gözaltında tutulur,
hakikati söyleyenler topa tutulur, gönül aşk için hazır tutulur, içindekini
görmek niyetiyle zarf güneşe tutulur, hava korsanları tarafından yolcular rehin
tutulur, insanın bazen nutku tutulur, gece soğukta kalırsa omzu tutulur, adam
yağmurdan kaçarken doluya tutulur, bakkalın çırağı mahallenin en güzel kızına
tutulur falan fişman…
Vay be.
'Tutulmak' sözcüğünü kaç değişik anlamda kullandım. Yetenekli adamım vesselam.
Ama kıymetimizi bilen yok. Gerçi dilimiz tutulmak konusunda geniş imkânlara
sahip; bundan faydalandık. İnşallah dilimiz tutulmaz. Hah ha. Bir de ay ve
güneş tutulması vardır ki, meşhur gök hadiseleridir; burada o konuya girmek
istemiyorum. Onun yerine, memuriyetinin onuncu yılını idrak etmekte olan ben,
zavallı N.K., ana fikri arkadaşlık olan bir onuncu yıl nutku irad etmek
istiyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım. (Alkışlar… Coşkulu
tezahürat.) Umarım nutkum tutulur. Yani anlattıklarım beğenilir. Hah ha. Karnı
aç olan bir koyunu kesmişler, koyun ne demiş? Yemeden içmeden kesildim demiş.
Kelime oyunları. Nasıl oynanır? Önce sözlükten bir kelime alınır. Serinde biraz
bekletildikten sonra bol suda yıkanan kelime lime lime edilir. Hafif ateşte
pembeleşinceye kadar… Neyse. Vazgeçtim. Bu nutuk meselesi biraz karışık zaten.
Tarih, şayet muzafferler tarafından yazılmışsa, nasıl muteber olabilir? Biz
iyisi mi başka bir tarz deneyelim. Deneme. Bir iki. Ses. Deneme. Başlık:
Arkadaşlık. Garip bir durum; ama ben arkadaşlarımı kaybettim. Bir baktım
gitmişler. Evet. Hepsini değilse bile birçoğunu kaybettim. Aslında benim
üzerinde durmak istediğim tek konu bu. Fakat konu çok kaygan; üzerinde durmak
mümkün olmuyor, insanın ayağı kayıyor, farklı konulara giriyor. Maazallah düşse
bir tarafını kırar. Bu yüzden aslında durumu biraz daha açıklamak gerekiyor.
…
On sene evvel
memuriyete başladım. Tabi beş parasızım. Evim de yok arabam da. Kedi
uzanamadığı ciğere pis dermiş ya hani. Hah ha. Arkadaşlar bir şekilde köşeyi
dönmeyi başardılar. Nasıl böyle zengin oldunuz dedim. Allah “Yürü ya kulum.”
demiş. Kitab'ı açtım baktım; Allah hangi surenin hangi ayetinde “Yürü ya
kulum.” buyurmuş, bir türlü bulamadım. Yaa, dilin kemiği yok işte… Zaten dilime
bir türlü hâkim olamıyorum. İleri geri konuşuyorum. Herkesi kırıyorum. Dilim
seni dilim dilim dileyim. Yaz günü temmuzda, sen terle ben sileyim. Altın hızma
mülayim. Seni Hak'tan… Neyse… Yine sayıklamaya başladım… Tuhaf adamım vesselam.
Mesai arkadaşlarım da tuhaf bir adam olduğumu düşünüyorlar. Dairede bir bayan
var. Geçen gün hasbelkader selam verdim. Şaşırdı kadıncağız. (Daha önce hiç
selam vermemişim: bilmiyorum, farkında değildim.) Günlerce bunu konuşmuşlar.
Hah. Hakkımda bazı şeyler duyuyorlar, meraktan ölüyorlar; fakat tekin bir adam olmadığım
için pek soramıyorlar. Her an ağzımı açıp gözümü yumabilirim. Sağım solum belli
olmaz. Sopamı ancak bir deli gördüğümde saklıyorum. Malum, deli deliyi görünce
sopasını saklarmış. Yoksa değneğini miydi? Her neyse. Benim tuhaf olduğumu
düşünüyorlarsa bundan ancak memnuniyet duyabilirim. Çünkü yaşadıkları hayatı
küçümsüyorum. Tercihlerini ahmakça buluyorum. Birçoğunun varlığından utanç
duyduğum bile söylenebilir. Neyse.
Belki de her
şey, şu yazı meselesi yüzünden oldu.
Kitap diye bir
şey vardı. Dava diye bir şey vardı. Okumak gerekiyordu. Yazmak gerekiyordu.
Kredi çek, ev al diyorlardı. Ek bir iş yap diyorlardı. Çok çalışıp çok
kazananlara 'tembel' olduğum için sataştığımı söylüyorlardı. Bilemiyorum. Belki
de öyledir. Zaten yazma işi de zamanla bir takıntıya dönüştü. Yazamayınca sinir
oluyordum çünkü. Herkese bağırıp çağırıyordum. Asabım bozuluyordu. Her şeye
öfkeleniyordum. Davaydı kitaptı falan derken, evde de huzursuzluk çıkıyordu.
Herkesin kocası evine neler neler alıyordu. Ben alamıyordum. Herkes çorunun
çocuğunun istikbali için nelere katlanıyordu. Gecesini gündüzüne katıyordu. Ben
evimde okuyup yazıyordum. Sanırım gerçekten tembeldim. Çevremdekiler çocukça
hayallerimden vazgeçmem gerektiğini söylüyorlardı.
Çocukça
hayaller?
Evet, ben de
bir zamanlar çocuktum. Küçük, zavallı, sevimli bir çocuk… Camiye giderdim.
Kur'an okumaya. Bazıları orda öğrenirdi. Elif değnek gibi. Be tabak gibi. Te de
ona benzer, se de ona benzer. Cim karnı yarık. Ha da ona benzer, hı da ona
benzer. Karnıyarık olsa da yesek. Karnıyarık. Başkavurması. İmambayıldı. Hah
ha. Şu bizim caminin imamı çok komik adam yahu. Bayılıyorum. Cumaları özellikle
o camiye gidiyorum. Sürekli fırça modunda. Hutbeye çıkar çıkmaz başlıyor
fırçaya. Bir de bağırıyor ki sormayın. Yok yok; çocukken gittiğim hoca böyle
değildi. Kur'an okumayı bildiğim için, beni diğer çocuklara hoca yapmıştı
üstelik. Gurur duymuştum. Ama bahçemizde bir horoz vardı. Niyeyse beni sürekli
kovalardı. Ulan sen horozsun bir kere. Beni niye kovalıyorsun? Kendini köpek
zannediyordu sanırım. On yaşında bir çocuğu kovalayarak tavuklar nezdinde
itibar kazanıyordu belki de. Aşağılık herif. Bu horoz meselesi aslında çok
utanç vericiydi. Hem korkuyor hem de korktuğum için utanıyordum. (O zamanlar
canım Selim'in de horozlarla sorun yaşadığını bilmiyordum tabi.) Sonunda babam
kesti de kurtuldum. O sene öğrendim ki bebekleri leylekler falan getirmiyordu.
İş çok daha karışıktı. Vay be. İnsan hiç ummuyor.
Esra'ya fena
halde âşıktım. Tam kıza her şeyi açıklayacaktım ki şu leylekler meselesini
öğrendim. Kahretsin! Aşkı da kirlettiler. Nolurdu Allahım bebekleri leylekler
getirseydi. Daha masum olmaz mıydı o zaman. Hikmetinden sual olunmaz tabi.
Benimki de saflık işte. Yuvayı dişi kuş yapar diyorlardı. Biz de resim dersinde
ne zaman resim çizsek çatılı bir ev çiziyorduk. Çatıda bir baca oluyordu ve
bacada kuşların yuvası. Fakat bazı arkadaşlar bacaya duman da çiziyorlardı. Ben
bunun kuşlar soğuktan donmasın diye yapıldığını sanıyordum. O sıralar 'mini
mini bir kuş donmuştu / pencereme konmuştu' şarkısı çok popülerdi. Adam olacak
bütün çocuklar bu şarkıyı söylerdi. Sonra ben de büyüdüm; ama hemen adam
olamadım. O şarkıyla pek aram yoktu; belki de ondandır. Ben daha çok 'bir bahar
akşamı rastladım size' tarzında şeyleri seviyordum.
Üniversiteyi bitirip
işe başlayınca beni evlendirmek istediler. Ben de olur dedim. Ne bileyim böyle
olacağını. Nişanlandım. O günlerde, askerliğini yapmayana kız verilmediği
söyleniyordu. Telaşlandım tabi. Durumu riske atamayacağım için hemen askere
gittim. Boşuna gitmişim: orada her Türk'ün asker doğduğunu öğrendim. Demek ki
evlilik konusunda bir engel yoktu. (Aslında uzun zaman düşünmeme rağmen, benim
de diğerleri gibi asker doğup doğmadığımı bir türlü çıkartamadım. Yine de
durumu kimseye çaktırmadım. Anneme sorup gerçeği öğrenebilirdim; ama
telefonların dinlendiği, mektupların okunduğu falan söyleniyordu. Neme lazım.
On altı ay yedek subay olarak vazifemi yaptım. Ben 'yedek' lafını duyunca,
kulübede oturup maç izleriz diye düşünmüştüm önce. Biraz da bu yanlış anlamanın
kurbanı oldum aslında. Meğer öyle değilmiş.)
Sonra
evlendim. Sanırım karımla birbirimizi bir türlü anlayamadık. O gezmelere gitmek
istiyordu; ben dava dava diye tutturuyordum. Zaten çatılı bir evimiz yoktu ve
bacamızda kuş yuvası da yoktu. Bir apartman dairesinde oturuyorduk. Belki de bu
yüzden mutlu olamamıştık, kim bilir. Bir oğlumuz oldu. Çok güzeldi. Süt emiyor
ve altını kirletiyordu. Ve ağlıyordu. Geceleri ateşleniyordu. Meğer
bademciklerinde problem varmış yavrucağın. Ameliyat ettirdik, geçti Allaha
şükür. Ben, karımın 'annelik' olayına kendini kaptırıp beni biraz unutacağını
umuyordum aslında. Bu sayede odama kapanıp kitap okuyabilecek ve bir türlü
bitiremediğim yazılarımı yazabilecektim. Ne fayda! Çocuğa bez lazım. Süt. Mama.
Birkaç ay
geçti geçmedi, yıkarken annesi fark etmiş; karnının sağ ve sol alt kısımlarında
şişkinlik varmış çocuğun. Acilen acile götürdük. Fıtık dediler. Bir ameliyat
daha. Zavallı yavrucak… Operasyon esnasında adım anons edildi, gittim, doktor
sizinle görüşmek istiyor dediler. Hemşireleri bırakın, doktor bile bana 'siz'
diye hitap ediyordu. Siz! Fakat ayaklarımın yerden kesilmesine izin vermedim.
Durumu serinkanlılıkla değerlendirdim: Özel bir hastanede bulunduğum için 'siz'
oluyordum. Devlet hastanesinde olsaydım, bu irtifayı kazanamaz, bu itibarı
göremezdim. Neyse. Biz fıtık ameliyatlarında, hasta sahibinin onayı olursa
çocuğu sünnet de ediyoruz, ne dersiniz, diye sordu doktor. Memnuniyetle kabul
ettim. Nerden bileyim ben sünnet düğününe annesinin kafayı bu kadar takacağını?
Meğer kadının en büyük hayaliymiş… Allah Allah… Evlilik zor zanaat azizim;
tehlikeli meslek. Devlet garantisi olmadan evlenmemek lazım aslında. Sonra
bazen anne çok yorgun olur ve çocuğa ninni söylemek icap eder: Uyusun da
büyüsün ninni. Hayat neymiş görsün ninni.
Bir gün annesi
kanepeye uzanmış uyuklarken oğlumun kulağına fısıldadım: Sakın büyüme yavrum.
Hep çocuk kal. Büyüdükçe işler karışıyor. Örneğin okul denen bir şey var.
Anaokulunda, birinci sınıfta falan, hiç belli etmezler, olabildiğince şirin davranırlar
adama. A, B, C… 1, 2, 3… gibi şeyler öğretirler. Sen de hep böyle olacak sanıp
neşeyle öğrenirsin bunları. Sonra o sevimli A, B, C'leri kullanarak öyle
karmaşık cümleler söylerler ki şaşar kalırsın. 1'den 10'a kadar saymayı hevesle
öğrendin ya; hiç beklemediğin bir anda 'permütasyon, logaritma' falan deyip
dünyanı karartırlar. Benden söylemesi. Geri dönüşü de yok bu işin: alfabeyi ve
rakamları bir kere öğrendin mi artık yakanı bırakmazlar. Keşke benim babam da
bana anlatsaydı bu gerçekleri… Ana sınıfı öğretmenimiz bir masal kahramanı
gibidir. Fakat üniversitedeki hocalarımı bir korku filmi gibi ürpererek
hatırlıyorum. Hiçbir masum çocuk, 'yağ satarım bal satarım'la başlayan okul
macerasının, vize ve final kâbuslarıyla sonuçlanacağını tahmin edemiyor
haliyle. İşte böyle yavrucum… Sonra evlilik diye bir şey var. O da ayrı bir
mesele. Bir kere, niyeyse biz erkekler mütemadiyen kızlara âşık oluyoruz. O
kadar şirin ve sevimli şeyler ki. Dayanmak mümkün değildir. Kirpikleri, gözleri
ve burada telaffuz etmek istemediğim başka şeyleriyle aklımızı başımızdan
alırlar. Ne bilelim kardeşim, biz de bir halt var sanıp evleniriz. Yandı gülüm
keten helva. Bak annenle bana! Bay bilmemkim, Bayan bilmemkimi eş olarak kabul
ediyor musunuz? Evet. Al sana evet. Öyle düşünmeden evet dersen olacağı bu.
Annesi kanepede gözlerini açıverir: Ne fısıldıyorsun sen çocuğun kulağına!
Hiiç. Masal anlatıyordum da. Ne masalıymış bu? Kırmızı başlıklı kız, canım.
Kırmızı
başlıklı kız. Bir de kurt vardı di mi. Pamuk Prenses. Külkedisi. Ah şu Evropa
masalları. Senin kulakların niye bu kadar büyük? Seni daha iyi duyabilmek için.
Kırmızı başörtülü kızların üniversite denen kurtlarla dolu ormana girebilmek
için bunca ısrar ediyor olmalarında bu masalla büyümüş olmalarının bir etkisi
olabilir mi? Fazla komplike bir cümle. Üst kuruldan özür diler saygılarımı arz
ederim. İmza. Tarih. Oğlum bunu gönderiver. Kurtlarla Dans. Kuzuların
Sessizliği. Bir Avuç Dolar. İyi Kötü Çirkin. Çocukken çok kovboy filmi
izlettiler bize. Rahipler, kiliseler, şerifler hayatımızın bir parçasıydı
adeta. Şimdi gençler otobüste yaşlılara neden yer vermiyor diyorlar. Eee bizden
bu kadar! Beğenmiyorsan posta arabasıyla gidersin!
Kırmızı
başlıklı kız. Kurt. Orman. Kovboylar. Posta arabası falan. Ne demek istiyorsun
sen? Sembolizm. İmgesel anlatım. Hah! O da sayıklamanın bir çeşidi ama daha
itibarlı. Geçen gün yazar çizer arkadaşlarla bir yerdeydik. Orda dediler ki
özellikle baskı dönemlerinde sembolist anlatım yapılır dediler. Sanatçı,
söylemek istediklerini açıkça söyleyemediğinden, bir takım sembollerle,
simgelerle durumu idare ettirir dediler. Öyle dediler. Bilmiyorum.
Yalnız, sizi
uyarmak isterim ki sembolizm edebiyatta bir nevi takiyyecilik demektir. Dikkat:
takiyyecilik de tehlikeli meslektir azizim; zira yanıbaşında münafıklık durur.
Göründüğün gibi olmamak, olduğundan farklı görünmek falan, bunlar bize ters.
Sakat mevzular. Sen iyisi mi ne söyleyeceksen delikanlı gibi söyle. Hem
edebiyat niçin vardır? Biz neden hayattan kaçıp kitaplara sığınırız? Çünkü
dünya sahtekârlarla doludur azizim; insanlar samimi değildir, herkes birbirini
kırar, incitir. Bizim o koca koca kitapları devirmemiz, iki satır samimiyet
bulabilmek içindir arkadaşlar. İki satır samimiyet. Gerisi kıyl ü kal.
Anlaşıldı mı? Anlaşıldı komutanım. Rahat. Hazır ol. Hutbemiz burada sona
ermiştir. Haftaya cuma günü bir başka hutbede buluşmak üzere şen ve esen kalın.
Hah ha. Bizim imam gerçekten komik adam yahu. Hutbeden inerken de yine kızarak
şöyle söylüyor: Bu camiler sizin verdiğiniz paralarla ayakta duruyor. Klima
taktırdık, bakın bu sıcakta püfür püfür namaz kılıyorsunuz. (Püfür püfür namaz
kılmak ne demekse? Huşu ve hudu'nun bir üst mertebesi olabilir mi?) Bunun elektrik
parası var. Az çok demeyelim boş geçmeyelim. Biz de boş geçmedik tabi. Çıkışta
beş lira verdik. Ne verirsen elinle, o gider seninle. Sayın İmam Bey, bu ay
biraz sıkışık durumdayım, borç harç falan. Zaten evim kira. Ayrıca hükümet bir
türlü doğru dürüst zam yapmıyor maaşlara. Neticede sıradan bir memurum. Şimdi
bu durumda, diyeceğim şu ki, bu hafta toplanan parayı benim almam mümkün mü
acaba? Değil. Değil mi. Peki. Ben bir şansımı deneyeyim dedim. Deneme. Bir iki.
Ses. Deneme. Görüşürüz. Şeyy… Efendim? Bir sorum daha var: Arkadaşlarım
nerdeler? Arkadaşların kim senin olum? Camiye beraber gelmiştik de çıkışta
onları bulamadım. Görmedim ben senin arkadaşlarını falan. Salih efendi şu
meczubu alın başımdan! Gel evladım, gel, çıkalım avludan; burası cami, böyle
şeyler konuşulmaz. Efendim? İşte cevabı en zor soru bu. Önce refik sonra tarik
demişler. Önce refik sonra tarik. Hayat işte. Hadi bakalım, ayıkla bilincin
taşını:
…
en iyisi
ortaya karışık bir şeyler yapmak / hah ha / bugünlerde zaten moda / yaşarken
kimse anlamaz kimse sallamaz ama / ölünce kesin kıymete binersin / aslında bir
kitap ve birkaç öyküden sonra / en güzeli piyasadan çekileceksin / yazmayı
bıraktı falan diyecekler / sen evinde gizli gizli döktüreceksin / en yakın
arkadaşların bile bilmeyecek / karının bile haberi olmayacak / öldükten sonra
kütüphanenin çekmecesinde bazı defterler bulunacak / aa meğer ilk kitabından
sonra kaybolan yazar / yazmayı bırakmamış / edebiyat dünyasına küsmüş fakat
evinde münzevi bir sanatçı olarak / hiç durmadan yazmış yazmış yazmış / derhal
eşekler eyerlenir / yazdıkların değerlenir / içli bir önsöz ayarlanır / büyük
adamdı falan: acı kaybımız / kıymetini bilemedik: bizim aybımız / hah ha / ulan
ölmesini mi beklediniz şerefsizler / işte şimdi mahvedeceğim hepinizi /
gözünüze sokacağım yaptığınız hataları / düreceğim defterinizi / ananızdan
emdiğiniz sütü burnunuzdan getireceğim / pazara çıkaracağım ipliğinizi /
konuyla ilgili başka hangi deyimler varsa işte onları yapacağım / çünkü çünkü
çünkü / gittiniz arkadaşlar / beni burada bir başıma bıraktınız / âleme maskara
ettiniz / deli oldum sonunda / böyle mi söz vermiştik / evler aldınız arabalar
aldınız zengin oldunuz / pardon zengin olmakta bir sakınca yok: burjuva oldunuz
/ böyle miydi ulan kavlimiz / sabahlara kadar öğrenci evlerinde ne çaylar ne
sigaralar içmiştik / sistemleri yıkarken kanatlanıp uçmuştuk / kendimizden
geçmiştik / vay be / rahat koyuyor musunuz başınızı yastığa / huzur içinde
uyuyor musunuz ha / ulan çift maaşlılar / karınız 'mecburen' çalışıyor öyle ya
/ tabi çocuklarınıza iyi bir gelecek hazırlamalısınız / kendinizi onlar adına
pazarlamalısınız / bu arada arabanızın modelini yükseltseniz fena olmaz hani /
oh ne âlâ ne âlâ / birileri de sebt gününde balık çok oluyor diye tutturup /
avlanma yasağını ihlal etmişlerdi de / maymun olup gitmişlerdi / anlaşılan sen
paranın kokusunu duymuşsun / minare çalmayı kafaya koymuşsun / saklamak için de
evin altını oymuşsun / vaay kılıfçı abi sen neymişsin / halılar perdeler bakıcı
hizmetçi kreş / grekoromen zorluyorsa sen serbest güreş / masraf masraf / hah
ha / ben de ne yapmalıyım ne yapmalıyım / biçimsel arayışlara sapmalıyım /
mesaj kaygısız öyküleri havada kapmalıyım / diğer türlüsü ayıplanıyor çok
bilmiş üstatlarımız tarafından / hay Allah / o kadar da ders almıştık bu
işlerin sarrafından / o halde durun durun / bir ayıp ilanı veriyorum / benim
adım hıdır / elimden gelen budur / en kutsal gece kadir / en faydalı içecek
sudur / buyurun doya doya için / çünkü sanat bizde toplum için / hah ha / gene
mi olmadı tüh / durun durun / o zaman bir kayıp ilanı verelim: birçok güzel
adam kaybolmuştur / bulanların insaniyet namına karakola bildirmeleri rica
olunur / bunlar üniversitede okurken filistin ve afganistan için sloganlar atan
/ ve aradan geçen on senelik süre zarfında fevkalade yumuşayarak / işi maçlarda
slogan atmaya kadar vardıran bir güruhtur / salonumuz klimalı odalarımız
ferahtır / doksanların radikalleri ikibinlerde nasıl liberal oldu adlı
oyunumuza hoş geldiniz efendim / lütfen temsil süresince kabuklu yemiş
yemeyiniz ve bu ne biçim oyun demeyiniz / ayakkabılarınızı çıkartmayınız /
oyuncu arkadaşlar sadece rollerinin gereğini yerine getirmektedir / lütfen gaza
gelip sahneye çürük domates ve yumurta fırlatmayınız / ne diyorduk / ha evet
bir zamanlar parti fikrini bile dalalet olarak algılayan bazı arkadaşlar vardı
/ şimdi sistem onlara evler ve arabalar verdi / şirketler kurdular ya da önemli
kademelerde önemli görevler aldılar / sınıf atladılar ve kayboldular / adı ve
eşkâli belirtilen bu zavallıları bulanların insaniyet namına ellerinden tutup
eve getirmeleri rica olunur / ev mi hangi ev / onlar bu sokaktan taşındılar
olum / hepsi lüks semtlere gitti / hassasiyet sokakta oturan bir sen kaldın /
yakında belediye buraya çöp arabası bile göndermeyecek / öyle mi / öyle / iyi
de ne zaman taşındı bizim arkadaşlar / neden bana haber vermediler / yardım
ederdik / iki üç kişi gelir buzdolabının fırınlı ocağın altına girerdik /
kanepelere de bi omuz verdik mi evelallah / uyan olum uyan / artık kimse
taşınırken eşten dosttan ricada bulunmuyor / profesyonel taşıma şirketleri var
/ her şeyi öyle güzel paketleyip naklediyorlar ki / paketlemek? nakletmek? /
haa / peki nereye taşındılar / dur ben sana yeni adreslerini vereyim / hoşgörü
mahallesi diyalog apartmanı kat iki ılımlı – istanbul / abi hangi otobüsle
gidebilirim ılımlı'ya / olum orası yeni yerleşim otobüs gitmiyor / dolmuşa
binmen lazım anlıyorsun ya / dolmuşa binmek? / haa / peki hangi dairede
oturuyor bu arkadaşlar / valla hesapta helal dairesinde oturuyorlar / fakat
doğrusu şaibeler var / çünkü helal dairesi o kadar da geniş değil / onca malı
mülkü nasıl sığdırırlar / ulan yoksa bunlar / helal dairesi diye yanlışlıkla
kral dairesine taşınmış olmasınlar / mümkündür / aman neyse ne / sen de
taşınmalısın artık oraya / gerekli zemin etütleri yapılmıştır / depreme
dayanıklıdır / hiç etkilenmezsin sarsıntılardan / zira bu konutlar fay hattında
değil pay hattında kurulmuştur / senin anlayacağın kapağı atan kurtulmuştur /
alt yapı da iyidir hani / park sorunu falan yoktur / hassasiyetlerini dilediğin
yere park et örneğin / istersen üç gün uğrama / hiçbir şey olmaz / kimse gelip
hassasiyetlerine dokunmaz / aaah aaah bırak azizim bırak bırak / böyle hikâye
olmaz / hep vaaz hep vaaz / şu mesaj kaygısı seni mahvediyor / sen de çiçekten
böcekten bahsetsene biraz / ya da anlaşılmaz imgeler kullanarak anlaşılmaz
metinler yaz / bak burası edebiyat: soyut takılırsan alırsın haz / o vakit
komşunun tavuğu olur besili bir kaz / ne demiş umberto eco veya octavio paz /
kendini hemen ele verme / istedikleri biraz cilve biraz naz / bak seni bekliyor
halk / çoktan yerini aldı sahnede incesaz / sen ne yapıyorsun hep vaaz hep vaaz
/ hem sanatına yazık etme / kendi kıymetini önce kendin bil / vazgeç şu taşralı
duygusallığından / ama sen eskiden de böyleydin öyle ya / sürekli sorun
çıkartırdın / eski çamlar bardak oldu / artık yirmi yaşında değilsin otuz iki
yaşındasın / büyü biraz adam ol bak çevrene aç gözlerini / bak nasıl tadını
çıkarıyorlar hayatın / nasıl da üstesinden geliyorlar sorunların / fakat hikâye
değil ki mirim / yeni bir şey deniyorum şöyle ortaya karışık / zaten edebiyat
dediğin inşaat sektörüyle hayli barışık / mektebinde okudum metin
mühendisliğinden mezunum / işte irmiğim işte şekerim ve unum / kelimeleri tuğla
gibi diziyorum üst üste yan yana / temel atıyorum beton döküyorum kolonlar
kirişler falan hah ha / tamam tamam şaka şaka / vazgeçtim / benim aklım ermiyor
zaten böyle modern postmodern olaylara / sizin olsun sanat akımları sizin olsun
edebiyat teorileri / parodi pastiş üstkurmaca / sizin olsun mesaj kaygısız
öyküler / soyut estetik metinler / giden gitsin / önce refik sonra tarik
demişler / sizin olsun evler arabalar / sizin olsun sahil kasabalarında
yazlıklar / beş yıldızlı haremlik selamlık otellerde yaz tatilleri / açık büfeler
sabah kahvaltıları akşam yemekleri / çaylar partiler günler geceler toplantılar
törenler sohbetler söyleşiler / yoksul üniversite öğrencileri için düzenlenmiş
kermesler / elcağızlarınızla hazırladığınız kuru pastalar yaş pastalar börekler
çörekler / ördüğünüz atkılar eldivenler hırkalar yelekler / parfüm ve ter
kokulu tıkış tıkış salonlarda yakışıksız bayan kahkahaları / rujlu başörtülü
hoşgeldinizler / işte dindarların yeni mekânları / nerde güvercinli kubbeler
şadırvanlar / nerde cami avluları / tabi misyonları vizyonları değişti sonunda
/ pardon tuvalet mi şu koridorun solunda / çirkin erkek göbekleri yağlı enseler
şişkin cüzdanlar / kalın boğumlu parmaklar arasında mağrur araba anahtarları /
böbürlenmeler gururlar kibirler kibarlıklar sahte nezaketler / bir tane daha
almaz mısınızlar / ah rica ederimler istirham ederimler / modern islam
düşüncesine dair konferanslar açık oturumlar paneller / sizin olsun vakıflar
dernekler yardım kampanyaları / banknotlar çekler senetler / kâr zarar
ortaklığına dayalı faizsiz bankalar / dev şirketler / dindarlar güçlü olmalı
canımlar / önemli mevkilere gelmek lazımlar / öğrenci yetiştirmek lazımlar /
yurtlar evler / insanlardan para toplayarak kurduğunuz çok satan gazeteler
televizyonlar / tesettür defileleri / ekranlarda arz-ı endam eyleyen ilahiyatçı
profesörler / hocaefendiler / sorular cevaplar fetvalar ruhsatlar icazetler /
sizin olsun çağdaş yorumlar rasyonalist müfessirler / şoför mahallinde güneş
gözlüklü cep telefonlu sakalsız âlim müsveddeleri / darülharpler de sizin olsun
hizbullah da sizin olsun iran devrimi de / sizin olsun başucu kitaplarınız hani
hepsi tercüme / sizin olsun şeyh fotoğrafıyla rabıta-i şerife / sizin olsun
keramet / sizin olsun buda'dan menkul tarikat hakikat marifet / sizin olsun
hoşgörü ve diyalog yanlısı cemaatler / sizin olsun takiyyeler / sizin olsun
avrupa birliği taraftarı merkez sağ partiler / sizin olsun radikalliğiniz de
liberalliğiniz de / sizin olsun gelenekçiliğiniz de modernistliğiniz de / yeter
kafamızı karıştırdığınız / yeter midemizi bulandırdığınız / yeter kalbimizi
kararttığınız / reddettiğimiz her şeyin içine gömüldük boğazımıza kadar /
sanatta edebiyatta / reddettiğimiz her şeyin içine gömüldük / siyasette hayatta
/ cumhuriyet meşrutiyet ıslahat tanzimat / ulan iki yüz yıldır / müktesebat
kesat mahsulat fesat / sizin olsun idare-i maslahat / sizin olsun dünya / sizin
olsun mazeret sizin olsun makamat / benim aklım ermiyor karışık işlerinize /
itimat etmiyorum tuhaf yöntemlerinize / alışamıyorum eğilip bükülmelerinize /
ben yatsıyı kılıp televizyon seyretmeden uyuyanları seviyorum zira / onlar
vaktinde uyanıyorlar sabah namazına / sizin ne manaya geldiğini unuttuğunuz
kelimelerle yaşıyorlar hâlâ / mesela mushaf mesela sancak mesela rüya / işte
onları / onları verin siz bana / bir de / hani çocukken / cami çıkışlarında /
beyaz sakallı güzel yüzlü amcalar / gül lokumları dağıtırlardı ya / işte onları
verin bana / kafamı karıştırmayın daha fazla / mushaf ve sancak / rüyalar ve
kelimeler / ve gül lokumları / işte onları verin bana / onları verin bana
…
koro:
zafere ulaşmak
için
eğilip
büküldüler
zafer istikametti
bilemediler
bilemediler
ÖMER FARUK DÖNMEZ
Hece Öykü, Sayı:30, sayfa:22
Bir Kitap Bir Balta, İz 2009, Sf. 141
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder