28 Nisan 2016 Perşembe

Bir Mevzisi Yoksa İnsan Niye Yaşar ki?

 Veysel Altuntaş
Aşkar dergisi, sayı:25 Ocak 2013

Hikâye Varlığını Nereye Yaslar?
Sıkça sorulan soruları doğru konumlandırmak, yeni sorular doğurma zahmetinden kurtarır bizi. O halde soralım yine hiç sıkılmadan: Hikâye neyin anlatıcılığını yapar? Varlığını nereye yaslar?

 “Ne”, “nasıl”ı belirler. Ne anlatıyorsak öyle anlatırız. Başka bir ifadeyle, niyet eylemi etkiler, muhteva üslubu. Anlatacağımız eğer modern dünyanın sıkışık hayatları ise, ona uygun bir dil geliştirmek mecburiyetindeyiz doğal olarak. Renk, soluktur günümüz hikâyesinde; ses uzaktan uzaktan gelir. Bir mühendis titizliğinde örülmüş bir yalnızlık vardır orada, soğuk ve hesap edilmiş.

Bir taraftan lügatlere giren kafkaesk kavramı, çağrıştırdığı anlam ve buna uygun bir dil; öbür tarafta tevekkül, iman ve neşe kültüründen kopmayan insanların sürdürdüğü berrak yaşantı.

Yalnız başına yaşayan, aile ve akraba bağlarından azade, mutsuz, umutsuz, bayramsız, misafirsiz, geçmişe küskün, geleceğe kırgın tiplerin kuşattığı bir edebiyat sahasında, köyünden, tarlasından takımından, düğün gecelerinden, ninesinin fistanından, babasının şalvarından, yer sofrasından, amcasının kızına âşık olan gençten bahsetmek en hafif tabirle yavan kaçmaya mahkûm edilmiştir sanki.

Burada bir tercihi yargılamak yahut doğruyu göstermek gibi bir kaygıdan uzak olduğumuzu belirtmeliyiz. Okuyucuya, olması gerektiği kadar çeşitli seçenekler sunabiliyor mu edebiyat ortamı? Peki, böyle bir dile yaslanan metinler neredeler? Poe’nun yolundan giden hikâyecileri görebiliyoruz rahatlıkla; peki halk söyleyişleriyle zenginleştirilmiş, bir iftar davetini yahut yaylaya göç edişi anlatan hikâyelerle karşılaşan okuyucunun ilk tepkisi ne oluyor ya da kitap raflarına göz attığımızda ilgimizi daha çok hangi başlıklar çekiyor?

26 Nisan 2016 Salı

Ömer Faruk Dönmez'in "Sorular" Hikâyesi (hangi yasadışı şarkı / tasadışı edip gönlümü / zarif bir arif kılar beni)



SORULAR

üzgünüm / hüzünlüyüm / el aman

sakallı / huzurlu / vakarlı / bir caminin şadırvanında henüz abdest almış / yüzü serin / doksan dokuzluk firuze tesbihini çekerek ezan-ı muhammediyi bekleyen arifin / bana söyleyeceği şeyler olmalı / ya kerim / ya metin / ya rahim / ya rahman

bana cevap ver

üzgünüm / hüzünlüyüm / el aman

bana söyle / nedir / ellerimde biriken hüznü silkelemenin yöntemi

çaresi nedir için için ağladığım için tutulduğum ince hastalığın

bana söyle / bu dertten ölebilirim / ağrı kesici /
ateş düşürücü ve kas gevşetici öneriyor doktor /
oysa bana his gevşetici lazım / nereden bulabilirim

kurtulmak mümkün müdür bu şizofren çağın nosyonlarından / halüsinasyonlarından / depresyonlarından

ve ikna etmek mümkün müdür münker nekiri / örneğin bahis açsak /
hileli-cilalı borsa çağının hoşgürü trendlerinde / günah enflasyonlarından

kitaplara sığınarak kaçılabilir mi sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyen sevgililerin anlayışsızlıklarından / kitaplara kaçırılabilir mi sevgililer / ya da kitaplardan sevgili kaçırılabilir mi tıpkı bir kız kaçırır gibi saraydan / insan bu hengamede kafayı kaçırabilir mi ya da / ne olup bittiğini anlamadan

söyle bana neden / neden ölmeyi beceremez insan /
yapayalnız geçirilmiş bir geceden sonra okunan sabah ezanlarının ardından

bana söyle / herkesin dilekçesinin bir nüshasında ‘aslı gibidir’ yazıyor da / nasıl bir fayda umulabilir / benim arzuhalimin altına ‘yaslı gibidir’ yazılmasından

sigara dumanları deva olmazsa bu kederli yalnızlığa /
ettiğim dualar şifa olmazsa / nedir kendimi bir metropolün
arka sokaklarında fütursuzca vurmaktan alıkoyabilmenin formülasyonu

bana söyle / yüz seksen derecedir diyorlar bir üçgenin iç açıları toplamı
/ ama / kaç derecedir acaba / bir insanın iç acıları toplamı/
hiç hesaplayan var mı bunu

peki aristodan / ya da en iyisi pisagordan bir asist yapsak / kurtulabilir miyiz acaba bu sefil kompozisyonu

söyle bana nedir / yosmadan geçilmeyen bir kentin
sokaklarından kusmadan geçebilmenin yolu

söyle bana ne kadar geçerlidir şimdi / haramdır diye ahkam kesen softanın fetvası / hangi kutsal kitapta yüklenir insanın zayıf sırtına / işlemediği suçların cezası / söyle bana nedir / o yosmaların yeşil gözlerine duyduğum ilginin kimyası

fizik kurallarından haberi var mıdır peki / kafelerde kola içen beli açık kızların / sebep olduklarının farkında mıdırlar acaba / yere dökülmesine gökteki yıldızların

yârçekimi kanununa uygun mudur / bûselik makamında beste çalabilmesi /
tırnakları ojeli hırsızların

neden böyle yakar / yıkar / viran eder / perişan eder / besteler / şarkılar beni
ve hangi yasadışı şarkı / tasadışı edip gönlümü / zarif bir arif kılar beni /

Ömer Faruk Dönmez
Bir Kitap Bir Balta
Sf. 105
İz yayıncılık 2009

Sizi hapsediyorum ey insanlar!

Beni buraya kapattılar çünkü saçmaladıklarını söylüyorum.
Rahatlarını bozuyorum. Alışmadıkları şeyler yapmalarını istiyorum. Hayatlarına sövüyorum.
Kaçık olduğumu düşünüyorlar. Kaçık olan kendileri.
O halde şimdi yeni bir karar alıyorum: buradan kaçmak için plan yapmaktan vazgeçtim.
Bunun yerine yine ters bir şey yapacağım ve herkesi bu deliğin dışına hapsedeceğim.

Sizi hapsediyorum ey insanlar!

Beni tıktığınız bu deliğin dışına hapsediyorum sizi!

Orda ne haliniz varsa görün!

"Kaçık"
Hep Ayı Hikâye, sf. 56
Ömer Faruk Dönmez

25 Nisan 2016 Pazartesi

Yusuf suresini fehmetmeye niyetlenmiş

Mehmet Akbulut
Dünyabizim.com, 18/08/2013

Yazdıklarıyla arada bir Müslümanların zihinlerini tırtıklayan bir yazar. “Nasıl yaşıyorsunuz?” davetiyesiyle değil de daha çok “Müslüman böyle yaşamalı” tebliğiyle okurlarını rahatsız eden bir yazar o. Kimden mi bahsediyorum? Ömer Faruk Dönmez’den tabii ki.

Bu sefer kütüphanemize Ölü Bir Yazarın Anlattıkları isimli kitabıyla konuk oluyor yazar. Ölü bir yazardan nasıl konuk olur demeyin lütfen. En olmaz temalı filmleri izlemek için sinemalarda kuyruk oluşturanları bilmiyorum sanmayın. O sebeple kimse ses etmesin ve ölü bir yazarın “öte taraf”tan bize neler yazabildiğine dikkat kesilelim.


Yıllar evvelinden ölen ve fakat bir türlü yazmaktan vazgeçemeyen İbrahim adlı bir yazarın tuhaf bir şekilde ahiretten bize postaladığı bir metinle karşı karşıyayız. Dünyadayken sürekli adaletsizlikten ve usulsüzlükten şikâyetçi olan yazar, okurun beklentisini hemen başından kesip atıyor. Durun, hemen öyle umutsuzluğa pirim vermeyin efendim. Yani ki şöyle demeye getiriyor sevgili yazar: “Ey okur, şimdi sen, benim ahiretten haberler vereceğimi, burada (yani öte dünyada) işlerin nasıl yürütüldüğünü anlatmamı bekliyorsun. Böyle bir beklenti içine girme, çünkü anlatmayacağım.” Nedendir diye sormak elbette okurun hakkıdır. Efendim, her şeyi kitabın sohbetini yapan yazardan beklemeyin. Ne mi yapalım? Azizim elbette okumak lazım!

Ölü Bir Yazar Ne Anlatır?

Veysel Altuntaş 
Dünya Bizim, 26 Aralık 2011

Ölü Bir Yazarın Anlattıkları

Manifesto!
Cafcaf dergisinde ‘sanatsevicileri’ çok kızdıracak bir yazı okudum. Tabi buna yalnızca ‘yazı’ demeye çekiniyorum: Bir manifesto! Henüz bitmemiş bir hikaye hakkında bir değerlendirme yazmanın da riskleri var tabi. Ama buna değeceğine inanıyorum.

Ömer Faruk Dönmez: “Bizim Tufanımız da Modernizm'miş”

Bünyamin Dinç, Afâk dergisinin 4. sayısında Ömer Faruk Dönmez'le bir söyleşi gerçekleştirdi.

Sistemin put üreticileri olan ‘sekülarizm, modernizm, emperyalizm, kapita­lizm’ gibi kavramların size çağrış­tırdığı anlamlar nelerdir?


So­runun cevabı içinde: “Sistemin put üreticileri” demişsiniz. Bunlar çağdaş dinler; yeni putlar, sah­te tanrılar üretiyorlar. Anladığım kadarıyla, soru, kavramların tarihsel arka planı hakkında bilgi almak için sorulmuyor. İsteyen o konuları kaynaklarından araş­tırır, öğrenir. Bu kavramlar hangi yüzyılda, nerde doğmuştur, bize nasıl intikal etmiştir, bu, işin diğer tarafı.

Fakat şu nokta çok önem­li: Bugün kime sorsanız, emper­yalizme karşıyım diyecektir. Sokaktan bir adam çevirip sorsak, kapitalizme karşı olduğunu söy­leyecektir. Ancak modernizmin bu iki kavramla olan ilgisi, çoğu zaman ihmal ediliyor. Ülkemizde birtakım insanlar, emperyalizme ve kapitalizme karşı oldukları hal­de; modernizme karşı durmuyor­lar. Hatta genel itibarla uygarlığın ve çağdaşlığın çok önemli şeyler olduğunu, gelişme ve ilerleme­nin lüzumunu anlatıyorlar bize. Burada, kelimeyi sevmiyorum ama, bir ‘paradigma’ problemi var. Modernizmi savunduğunuz an, zaten emperyalizmi ve kapitalizmi de kabullenmiş oluyor­sunuz oysa. Bu nokta gözlerden kaçırılmak isteniyor. 

16 Nisan 2016 Cumartesi

"Hamza" Üzerine

Meryem Betül Altuntaş
04.04.2012
kitaphaber.com

"Ben Hamza; kaldırımlarda yürür, ülkemin sorunlarını çözerim. Mahcup delikanlıyımdır, fakat acayip de öfkeliyimdir hani. Evet, biz Anadolu çocukları susmayı ve sabretmeyi iyi biliriz. Fakat damarımıza basılırsa, adamın anasını ağlatırız evelallah. Emperyalistlere duyurulur. Aslı gibidir. Mühür ve İmza: Anadolu Çocuğu Hamza." (sh 51)

"Kimim ben? Hamza'yım. Gelin sizi ham yapayım. Dört yıldır sınava giren bir zavallıyım. 21 yaşındayım. İmam Hatip mezunuyum. Hani mahcup ve onurlu çocuk. (Hani koşu bittikten sonra da koşan at..) İşte o benim. Sabah dersaneye, akşam eve giderim. Laf aramızda müthiş kitap okurum. Edebiyatsever. Kitapsever. Ha, bir de reklamsever. (tövbe estağfullah.) Anladık anladık. Bu hayatın anlamı nedir? Niçin yaşıyoruz? Sen onu söyle. Bu soruya cevap bulamamış milyonlarca ahmak var. Hatta bu soruyu kendine bir kez olsun sormamış milyonlarca ahmak var!" (sf 14)


"Ben masum Anadolunun saf çocuğu Hamza, dört yıldır üniversite sınavını kazanamıyorum. Ve sizi temin ederim bu, aptal olduğum anlamına gelmiyor! Çarkına tükürdüğümün sistemi... Öhhö öhhö.. Pardon. Nezaketimizden taviz vermeyelim. Herşeye rağmen asaletimizi muhafaza edelim. Muhtaç olduğun kudret nerededir biliyorsun. Biliyorum tabi.. A grubu RH pozitif. Halis türk kanı. Ah baba ah! Yaktın beni. Adımı Hamza koyduğun yetmezmiş gibi, bir de tuttun İmam Hatip lisesine yolladın. Hayatım kaydı. Neymiş efendim? Dinine vatanına bağlı... " (sf 22)

Durun! Durun biraz daha.. Hamza'yı tanıdınız sayılmaz henüz bu kadarla. Ah, tanısak ne olur ki demeyin. Sizden bahsediyor, bizden! Hepimiz biraz Hamza'yız aslında. Evet, sizlere sesleniyorum. Öğretim sıralarında dirsek çürütenler! Sınavdan çıkıp şadırvanda abdest alarak namaza yetişenler! Modernizmin çarkına direnenler! Rahatsızlar! Dertliler! İstenilen dindar gençlik temasının alt yapısını dolduracak kült karşınızda!

Abiler! Ablalar! Sizler de bir baksanız buraya. 'Ah ilim irfan haya edep kalmamış.' diyerek yakınmayı bırakın biraz. Öyle küçük de görmeyin Hamza'yı. Hem ne olmuş yani 4 yıldır sınavı kazanamadıysa? Emperyalist, kapitalist, modernist zihniyete köle olduktan sonra adının şirket logolarında yazmasının ne yararı olur ona? Hamza öyle alelade bir lakaba prim verecek çocuk değildir. Düşünür Hamza. Ve sorgular, sigaya çeker.

12 Nisan 2016 Salı

"kaza süsü verdiğim cinayetler" ya da "hikâye süsü verdiğim vaazlar"
























“Hani, bir sabah uyandığında, kim olduğunu ve bu dünyada ne aradığını hatırlayamayan adam. 
Şimdi çok iyi biliyorum kim olduğumu. 
Size de ısrarla anlatmak isterim. 
Dergilerde veya kitaplarda, kaza süsü verdiğim cinayetlere, 
hah, yani hikâye süsü verdiğim vaazlara rastlarsanız beni arayabilirsiniz. 
Yine konuşuruz. 
Hoşçakalın. 
Hoşçakalın bayım.”

Bir Kitap Bir Balta, 2009, İz, 3. Baskı, Sf. 96


1 Nisan 2016 Cuma

Ömer Faruk Dönmez ile Bir Kitap Bir Balta Üzerine Söyleşi: "Galiba edebiyat ortamıyla bir bağım yok"

“Edebiyat ortamıyla bir bağım yok.” diyen Ömer Faruk Dönmez’le çok tartışılan kitabı Bir Kitap Bir Balta üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşi kitabı okuyan okura ayrı, okumaya apayrı şeyler söyleyecek. YAKUP ÖZTÜRK

-“Bir Kitap Bir Balta” ikinci kitabınız olarak İz Yayıncılık’tan çıktı. Tebrik ediyoruz. Hayırlı olsun diyoruz. Önceki kitabınız Hep Aynı Hikâye’den (Hece) bu yana, geçen üç yıllık zaman, hikâyeniz için ne anlam ifade ediyor? Şöyle ki, ilk kitabın yükünü üzerinizden atmakla, ikinci kitabı okura sunmak farklı duygulardır. Siz bu süreci nasıl geçirdiniz?
-Teşekkür ederim. İnşallah hayırlı olur. Sürece gelince… Aslında biraz karışık oldu. Bu kitaptaki ilk üç hikâye, Hep Aynı Hikâye’den önce yazılmıştı. Ama kitaba girmemiş, dergilerde kalmıştı. Sonra, Ay Vakti’ndeki ve Hece Öykü’deki metinleri de toplayıp bu kitaba dâhil ettik. Aynı süreç devam ediyor yani. Fakat ilk kitapta dolaylı söylediklerimi bu kez açıktan söylemiş oldum. 


-Şimdi başa dönmek istiyorum. Nerede doğdunuz, nerede okudunuz, edebiyatla ve hikâyeyle tanışıklığınız nasıl oldu, şu an nerede ikamet ediyorsunuz, edebiyat ortamıyla bağınız sadece belli zamanlarda dergilere hikâye yollamak üzerine mi kurulu?
-Adana’da doğdum, İzmir’de okudum. Edebiyatla tanışıklığım, aileden. Sağ olsunlar… Çocukluğum büfeli-konsollu evlerde değil, kütüphaneli evlerde geçti açıkçası. Okuyan insanlar oldu hep etrafımda. Edebiyat ortamıyla bağıma gelince… Galiba edebiyat ortamıyla bir bağım yok.
-Kimleri okumakla başladınız peki?
-Daha ilkokuldayken Çile’yle Safahat’la tanıştırdı babam beni. Zindandan Mehmed’e Mektup, Sakarya TürküsüKocakarı ile Ömer, Bülbül vesaire. Ama okumaya Jules Verne ve Hasan Nail Canat’la başladım diyebilirim. Bir de Yavuz Bahadıroğlu var. Sonra lisede üniversitede Nuri Pakdil’i, Sezai Karakoç’u, İsmet Özel’i okuduk.