27 Şubat 2016 Cumartesi

Yumuşak G Dergisi - "Öykümüz Fildişi Kulesine mi Çekildi?" soruşturması "Ocak-Şubat 2011"

Ömer Faruk Dönmez: ‘Ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’ diyerek, kandırdılar bizi.




Soru: Günümüz öyküsünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap:

Kur’an-ı Kerim’de bir ifade var: “zuhruf el-kavl”.  En’am suresi 112. ayette geçiyor. İçi boş, hikmetsiz; fakat süslü, yaldızlı sözler demek zuhruf el-kavl. Piyasa bunlarla doluyor maalesef. Tabiî ki ‘nasıl anlattığımız’ önemlidir, üslup önemlidir; fakat kardeşim, ‘ne anlattığımız’ da bir o kadar önemlidir, insaf… Zira kadim edebiyatımızda üslup da muhteva da önemli bir yer tutar. Ki zaten form ve içerik birbirinden sanıldığı kadar bağımsız değildir.

Ama meseleye şuradan bakmak lazım belki de: ‘yazar’ ile ‘müellif’ farklı şeyler. Konunun temelinde bu var bence. Yazar, sözcükleri yan yana, alt alta, üst üste dizen adamdır; biçimcidir, adı üstünde işte, yazan adamdır yazar… Oysa müellif başka bir şeydir: Telif de aynı kökten, ülfet de, elif de aynı kökten gelir. Enfal suresi 63. ayette geçiyor: ‘Ve ellefe beyne gulûbihim’ şeklinde. Gönülleri ısındırmak, kalpleri bir araya getirmek anlamında. Yani müellif sadece kelimeleri bir araya getiren adam değildir; insanlar arasında ülfet oluşturan, elifi hatırlatan, kalpleri bir araya getiren adamdır.

Yani ben biçimcilere ‘yazar’ demeyi; hem biçime hem içeriğe önem verenlere ‘müellif’ demeyi tercih ediyorum. Yazarın yazdıkları (o da eğer iyi bir mühendisse; yapıyı sağlam kurabilmişse) en fazla, ‘zevk’ verebilir; müellifin yazdıkları ise ‘lezzet’ verecektir. Zevk dış’la ilgili bir kavramdır. Lezzet iç’le ilgilidir. Zevk nefsin; lezzet ruhun hoşnutluğudur. Zevk anlıktır, unutulur; akılda kalan ise, bir şeyin lezzetidir.

Günümüz öyküsü bu anlamda problemli görünüyor. ‘Sakın ola hikâyede mesaj verme!’ diyen bazı eli sopalı arkadaşlar var; sanat sevicileri… Bunlar mesela Rus edebiyatında ya da diğer batı edebiyatlarında ‘Yüce İsa!’ diye başlayan ‘papazlı, rahipli, kiliseli, manastırlı, vaazlı’ metinleri büyük bir hayranlıkla okurlar da, biz bir hikâyemizde ‘Efendimiz aleyhisselam’ desek, ‘Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor’ desek, derhal ‘sanatta mesaj olur mu?’ davulunu çalmaya başlarlar.

Modernizm zihinlerimizi şekillendiriyor, maalesef düşünme biçimimizi etkiliyor. ‘Ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’ diyenler, gırtlaklarına kadar modernizme batmış adamlardır. Bu yüzden edebiyatın bizde neye tekabül ettiğini hatırlamamız gerekiyor galiba. İslam Öncesi Türk Edebiyatındaki sagulardan, koşuklardan, destanlardan tutun da, Kutadgu Bilig’e, Atabetül Hakayık’a, Divan-ı Hikmet’e, Divanü Lügati’t-Türk’e bir bakın bakalım, ne göreceksiniz? 19. yüzyıla kadar getirin edebiyatımızı, bakalım ne çıkacak? Demek ki edebiyatımız yüzyıllardır büyük bir gaflet içerisindeymiş, öyle mi? Bir bunlar akıl etti değil mi ‘ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’ meselesini. Aferin bunlara o zaman.

Bakın ne söylüyorum: ‘Ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’ diyerek, kandırdılar bizi. Çünkü bazı konulara temas etmemizi, üstelik bunu edebiyat yoluyla yapmamızı asla istemiyorlardı. Fakat biz bazı konulara ısrarla değineceğiz. Çünkü modernizmi ve postmodernizmi sevmiyoruz.

Ömer Faruk Dönmez
"Öykümüz Fildişi Kulesine mi Çekildi?" soruşturması
Yumuşak G, Sayı:10, Ocak Şubat 2011.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder