25 Mart 2016 Cuma

Seküler Dünya Yapısına "Hamza"ca Bir Bakış

Bu çalışma Ömer Faruk Dönmez ’in “Hamza” adlı kitabının bir analizini içermektedir. Modern dünyanın getirdiği zihin işgalinin bir analizinin yapılması amaçlanmaktadır. Kitabın ilk bölümünün çoğunda üniversiteye hazırlanan bir gencin sınav psikolojisi üzerinden bir toplum değerlendirilmesi yapılmaktadır. Kitabın karakteri Hamza üniversite sınavına hazırlanan, sorgulayan, düşünen, düşündüğünü söyleyen, komik bir o kadar da duygusal bir Müslüman gençtir. Hamza dört sene sınava hazırlanır ve ancak dördüncü senesinde sınavı kazanır. Bu dört sene içerisinde gözlemler yapar, sınav psikolojisinin gençler üzerindeki etkisini bazen alaylı bazen trajikomik bazen de absürt bir şekilde ortaya koyar. Hamza, “Ben masum Anadolu’nun saf çocuğu Hamza, dört yıldır üniversite sınavını kazanamıyorum ve sizi temin ederim ki bu aptal olduğum anlamına gelmiyor.”(Dönmez, 2014:22 ) diyerek üniversiteye hazırlanan bir gencin neyle meşgul olduğunu ve neye maruz kaldığını anlatır.

Müslüman bir gençtir Hamza. Bir sorun olduğunun farkındadır. Ümmetçidir. Birleşme taraftarıdır. Müslüman gençlerin içinde bulunduğu durumun tahlilini yapar. Modernizm’in gizli bir şirk unsuru haline geldiğini anlatır.



Bazı can alıcı isimler veriliyor kitapta. Edebiyat, sosyoloji ve siyasi alanda etkili isimler… Yeri geldiğinde varoluşçulara yeri geldiğinde İslamcılara vurgu yapılıyor. Sevdiği isimler vardır Hamza’nın. Cemil Meriç ,Necip Fazıl, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Kafka gibi…
                             




Emperyalizme, kapitalizme, Modernizm’e çokça vurgu yapılıyor. Müslümanlık iddiasında bulunanların nasıl Konformist, bireyci ve hizipçi bir hal aldığı gözler önüne seriliyor. Bir de meczup amcası vardır Hamza’nın. Sıradan bir Müslüman’dır. Aynı zamanda âlimdir, Bilinçlidir, fakihtir, farkındandır, şuurludur, ferasetlidir, iyi tahlil eder. Hamza meczup amcayla tanıştıktan sonra, dalar sorgulamaların derinliklerine. Müslümanların halini sorar, ümmet birliğinin neden olmadığını istişare eder ve cevaplar bulmaya çalışır. Özellikle farklı cemaat, tarikat, parti ve görüşleri olan Hamza’nın amcaları üzerinden yorumlar getirir meczup amca.
                               
Üçüncü bölüme gelindiğinde artık Hamza işin farkına varmıştır ve eleştirilerinin dozunu yükseltip gediğine oturtur artık. Zaten kitap baştan sona bir özeleştiri niteliğindedir. Yazar olabilmenin mesuliyeti ve zorluğuna değinir. ‘’Bir adam yazdıkları yüzünden başı derdi girmedikçe , yazar sıfatıyla dolaşmasın ortalıkta..’’ der. Artık Hamza olgunlaşmıştır. Üniversite sınavını yüksek bir puanla kazanmış olmasına, İstanbul Üniversitesinin Edebiyat bölümüne yerleşme hakkını almış olmasına rağmen gitmeyi reddetmiştir. Çünkü sistemin içinde insanların sistemleştiğini söyler ve gereksiz, yarım yamalak ve yığınla bilgilerin öğrencilerin omuzlarına yükletildiği üniversiteye gitmek istemez. Saf, temiz ve kendi gibidir Hamza… Sıkılmıştır artık yapaylıktan, yapmacıklıktan. Sıkılmıştır kotlu, traşlı parfümlü Müslümanlardan. İdealisttir Hamza ve artık gerçeğin ortasında yapayalnız kalmıştır.


Sıkışmıştır kendini Müslüman zannedenlerin ortasında ve kapitalist mekânların arasında sıkışan cami misalidir kalbi. Kitap Hamza’nın Ahmet amcayla nam-ı diğer meczup amcayla olan müthiş diyaloğuyla biter.



 GİRİŞ

                               
Yaşamak gittikçe zorlaşmakta. Bir yandan vahşi kapitalizm ve onu ayakta tutan zihin emperyalistleri, bir yandan da sanki kaderinin bir gereğiymiş gibi hiçbir şey yapmaya yeltenmeyen pasif, durağan, basit, düşüncesiz, kalbini yitirmiş ve kabullenici bir tavır içinde olan inananlar. Bir yandan Allah’ı dünyadan yani sosyal yaşamdan atmaya çalışan bireyler bir yandan da var olduğu konumu kabullenmiş mümin sıfatından uzaklaşmış, inanmayı sadece teoride gören halinden memnun güruh.
                               


Sekülerizm Tanrı’nın yerine beşerin hâkimiyetini savunan ideoloji ve bunun yardımına koşup teoriyi pratiğe dökmeye çalışan Modernizm. Kendisine karşı herhangi bir gücü kabul etmeyen bu ideoloji asla kendinden olmayanı kabul etmez. Ve Modernizm sinsice girer insanların hayatına. Liberal, özgürlükçü, konformist bir hayat yaşayan ve bunun zedelenmemesi için uğraşan Müslümanlık iddiasında bulunan kitleler. Ve onların bu yaptığını bile yeri geldiğinde yeterli bulmayıp imanı devirmeye çalışan ideolojiler.  Öyle bir ortam ve zaman ki bu sefer Modernizm yerini Postmodernizm’e bırakmış ve artık ne olduğu belirsiz karakterlerin caddelerde sokaklarda sergilendiği bir yapı türemiştir adeta. Siyah ile beyazın birbirinden tamamen ayrılmadığı bir yapı. Bir ateistle bir Müslüman tereddüt etmeden içli dışlı olabilmekte, Müslüman kendine farz kılınmış olan tebliğ ve daveti yaymayı bırakıp Konformist bir hayatın içinde memnuniyetle yaşayabilmekte bundan da rahatsızlık duymamaktadır. Başörtülü bir kız rahat bir şekilde erkek arkadaşı edinip el ele dolaşmakta hatta bazen öpüşmeye kadar gidebilmektedir. Müslüman bir erkek kapitalizmin oyuncağı olduğundan memnun bir konum sergilemektedir. Müslümanlar; Liberal, özgürlükçü bir bakış açısıyla tamamen bireyselliğin hakimiyetine inanan bireyler haline gelmektedir. Bir yandan küreselleşmeyle birlikte bütün dünya kaynaşırken bir yandan da bu durumda var olmayı sürdürmeye çalışan ulus devletler ve çok spesifik bir şekilde ortaya çıkan etnik milliyetçi, mezhepçi, cemaatçi ve buna benzer hizipçi anlayışların ortaya çıkması… Modernizm , Postmodernizm ,Kapitalizm Emperyalizm…Bu ideolojiler teoride her ne kadar reddedilse de insanların içine işlemiş durumda ve pratikte uygulanmakta. Bütün bunlara set çeken biri var. Bütün bu ideolojilerin farkında olan ve bu ideolojilere başkaldıran biri, ümmeti kendine dert edinmiş ve sloganları eyleme geçmiş biri: Hamza…


Hamza’dır o. Saf, temiz ve kendi gibidir … Sıkılmıştır artık yapaylıktan, yapmacıklıktan. Sıkılmıştır kotlu, traşlı parfümlü Müslümanlardan. İdealisttir Hamza ve artık gerçeğin ortasında yapayalnız kalmıştır.






Sıkışmıştır kendini Müslüman zannedenlerin ortasında ve kapitalist mekânların arasında sıkışan cami misalidir kalbi. Hamza, ideolojilerin eğitim, siyasi ve sosyal yaşamdaki yansımasını absürd bir şekilde ortaya koymaya çalışır. Uhuvvetin olduğu, ümmet kardeşliğinin yeniden canlanması adına çözümler üretmeye çalışır. Temel gayesi budur.

   
Ümmet Parçalanışının Aktörü “Ulus Devlet”

Modern seküler bir dönemde yaıyoruz ve bu dönemde yaşamak o kadar zor ki…Özellikle İslami ilkelere bağlı insanlar ve daha özelde gençler için. içinde bulunduğu durumun ,felaketin farkında olan gençler için. Peki nedir bu zorluk? Yozlaştıran, meşgul eden ,zihin işgaline uğratan bu zorluğun sebepleri nelerdir ? Kendi olmak isteyeni barındırmayan bu ortama nasıl gelindi? İnsanların beynini felce uğratan bu sürecin mimarı ideolojiler, kavramlar, kurumlar ve olgular nasıl gelişip hayatı yaşanmaz kıldı? daha doğrusu şuurlu Müslümanın acı çekmesindeki etkisi ne oldu? İşte Hamza
 yozlaşan, kaybolan kendi olduğunu unutmuş, İslam’ı başrolden çıkartıp alternatif hale getiren hatta çoğu zaman alternatif bile görmeyen ,çeşitli kavramlar ve ideolojilerin oyununa gelip kişiliği yapı bozuma uğrayan ,uğratılan insanlara Müslüman gençlik adına insanlık adına ümmet adına  sesleniyor, serzenişte bulunuyor.  Bunu bazen alaylı, bazen kahkaha attıran ,bazen duygusal ve bazen de absürd bir şekilde yapıyor. Burada yapı bozuma neden olan evrelerin tarihsel bir şeması çizilmeyecektir. özellikle Ulus devlet ,Modernizm ,özgürlük ,milliyetçilik ,emperyalizm, kapitalizm gibi kavramlar üzerinden anlatılmaya çalışılacak mevcut yapı .kitapta da özellikle bu kavramlar üzerinden düşünceler iletilip eleştiriler yapılıyor.
                               

“Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz . İdeolojilere ve kelimelere”diyor sayın  Meriç.Bu sözle aslında Türkiye halkının genel anlamıyla Doğu’nun ideolojilere ve kavramlara bakış açısını özetliyor. Evet insanlar artık kelimeler arkasına saklanmakta kendilerini böylece ifade ettiklerini düşünmekteler. ifade etmekle kalmayıp bu kavram ve ideolojileri hayatlarının merkezine almaktalar. Artık önceleri gibi değişim ve dönüşüm yüzyıllar sürmüyor, beş on yılda değişim ve dönüşüm olabiliyor. ,daha on sene öncesine kadar her eve internet lazım sloganıyla hareket edenler şimdilerde çocuğunu nasıl internetten koruyabilirim'in hesabını yapmakta.
                               
Müslümanlar da bu değişim ve dönüşümden nasibini en çok alanlardan. Batılılaşma ile birlikte başlayan bu süreç cumhuriyet inkılapları ile birlikte üst düzeye çıktı ve artık batılı gibi yaşamak kaçınılmaz bir hal aldı. Cumhuriyet ulus devlet bilincini getirmekle kalmadı, ulus devlet bilincini halkın sosyal hayatının ve kafa yapısının merkezine koydu. Ve bu görevi de isteyerek ve bilerek cumhuriyet aydınları devraldı. Önce teoride sonra pratikte yol alınmaya çalışıldı. ve en sonunda zaten parçalanan ümmet bilinci yerine sadece kendi olanı alıp kendi olmayanı saf dışı etme bilinci almaya başladı. “Ulusalcılık bir tek topluluğun devletleşmesini öngördüğünden diğer bütün toplulukları kendine potansiyel bir düşman haline getirir. Bu nedenle de aynı topraklarda yüzyıllarca bir arada yaşayan ırklar, birbirlerine düşman olmaya başlarlar. Her biri kendi egemenlik konumu için diğerini tehlikeli görür” .( Yıldırım, 1995: 21)

Durkheim’in aslında toplumun kendi kendine tapması diye tanımladığı din olayı modern dönem ulusallığını iyi tanımlar.  Fransız sosyolog toplumdaki bütün kutsallıkları ulusta aramış, Tanrı inancı yerine ulus inancını koymuş ve ulusçuluğu bir din din haline getirmiştir . (Uriel Hayd ,1979:68 ) Durkheim ‘den etkilenen Cumhuriyet ideolojisinin kurucularından sosyolog Ziya  Gökalp de bu yaklaşımı Türkiye’ye aktararak bürokratlara Tanrı dışı bir politik egemenliğin düşünsel sosyolojik temellerini sunuyordu. Böylece her şeyin meşruluğu Tanrı yerine Ulusta (bizde “milli”de) arandı. Milli ahlak , milli sporcu , milli ittifak , milli tarih ,milli kahraman …
                               
Hamza, ümmetçi bakış açısı taraftarıdır. Kurtuluşun birleşmede olduğunu söyler. Milli kelimesinin bile içinin boşaltıldığını iddia eder. Ulus devletin, ümmetçiliğin önüne set çektiğini , İslam kardeşliğinin uluslararası bağlaması olan ümet bilincinin ırk temeline dayanan bir yapıya dönüştürüldüğünden yakınır. “Çanakkale “ örneği üzerinden bu durumu açıklamaya çalışır. Hamza, Çanakkale şehitliğinde bulunan her ırktan milletten insanların tek çatı altında düşmana karşı birleşiminin ümmet bilincinden başka bir duruma bağlanamayacağını söyler. Gerçekten de günümüze gelindiğinde ulus devlet anlayışının en çok doğu toplumları üzerinde etkili olduğu görülür. Hala kan gölü içinde olan Ortadoğu ‘nun hali apaçık ortadadır. Tek kalmış bir yapının saldırıya uğraması kaçınılmazdır. Birbirleri içinde fakat birbirinden uzak yapılar bütünüdür ulus devlet tanımı. Ergün yıldırım bu durumu vurgularken şöyle diyor :”bugün İslami siyasal bilincimizi kirleten ve bizleri birçok totaliter seküler  ve politik yapılanmalara yönelten asıl unsur Modern Ulus Devlet bilincidir.” (Yıldırım.1995:14 ). Bütün bunlar gösteriyor ki ulus devlet yapısının çözümlemesi yapılmadan ümmetçi bir tavır sergilemek beyhude olur.

Karakter Aşınmasının Mimarı: “Kavramlar”
                          
Kitabın en can alıcı noktalarından biri hiç şüphesiz kavramlara çokça saldırmasıdır Hamza’nın. Kavramların özünden bihaber yaşayan topluluklar haline gelindiğinden dem vurur. Sürekli Modernizm, Emperyalizm nedir bilir misiniz diye sorar. Özellikle bu iki kavrama çokça vurgu yapar. “Modernizm meşgul ederek işgal eder. “diyor Hamza.
                               
Modernizm siyah ile beyazın ayrımıdır. Tanrı’nın yerine insanın hükümranlığının savunulduğu alandır. Modernizm kendi dışında bir güç kabul etmez. ya kendi içinde eritip kendileştirir ya da dışlar. Fakat hiçbir şekilde kendinden olmayanı barındırmaz. Müslümanların günlük yaşamlarına bakıldığında aslında modern geçinen bir batılıdan pek de farkı olduğu söylenemez. Seküler bir hayat içinde varlığını sürdürmektedir.  Abdurrahman Arslan, kendini Müslüman kategorisine alanların sayısının gün geçtikçe çoğaldığını fakat nedense İslam’ın özüne inmekte pek de tereddüt içinde olduklarını (Arslan 2012:31 ) söyler. Belki de bu durum modernitenin koyduğu form içinde Müslümanların hayatlarını sürdürmek istediklerini ortaya koyuyor.
“fakat bu durum İslam’dan ne bırakacaktır kendisini sorgulamayan, şüphe etmeyen üslubunun sıhhatinden emin olan, doğru ile yanlışın kendisi için pek de önemi olmayan bireylerin yetişmesi kaçınılmaz değil mi? “ (Dönmez,2014: 171)
                               
Modernizmin katı bakış açısı daha sonra yerini postmodernizme bıraktı. Artık siyah ile beyazın ayrımına gerek yok, grileşmiş bir kafa ve toplum yapışının oluşumudur postmodernizm en kaba tanımla. Tanrı’yı dışlayan mekanizmanın yerini Tanrı’yı da işin içine katıp melezleştiren bir oluşumun adıdır. Böylece bir Kemalist çok rahat bir şekilde çarşafı kabul edebilir, bir mini etekli de dindar olduğu iddiasında bulunabilirdi. Ya da bir Müslüman kendini liberal olarak nitelendirebilir. Bir mümine feministlik safına girebilirken, bir mümin kapitalizmin içinde yer alabilirdi. Çünkü artık tamamen münafık bir yapı vardır ve bu münafık yapı melez toplum yapısını oluşturdu. Daha önce Hristiyanlığın geçirdiği evreleri Müslümanlar üzerinden deneme girişimidir postmodernizm. Nasıl ki Hristiyanlık bir takım ellerden ve evrelerden geçerek törenleriyle, papazlarıyla ve kiliseleriyle kapitalizmin karşısında yer alan bir din değil, kapitalizmi yayan ve gerektiğinde kapitalizme dönüşen yapı haline geldiyse, getirildiyse, bugün de İslam aleminde Müslümanlar üzerinde aynı taktik ve değişim dönüşüm oyunları oynanmaktadır. Kalbi akıldan koparmaya çalışan bu yapı İslam’ı batı Protestanlığıyla eş duruma getirmek için elinden geleni ardına koymamakta. Hilmi Ziya bu konuda şöyle diyor :” Batı medeniyetinin esası akıldır. Oysa İslam medeniyetinde de böyledir. Yanlış inançlar ortalığı kaplayınca şekil değiştirdi. “Hâlbuki İslam, ne dünyayı dışlar ne de metalaştırır , bu akıl ile kalp ayrımı dünya ve dünya ötesi gibi yorumlar  tamamen modern seküler kafa yapısının bir icadıdır.

                               
Ne modernizm ne postmodernizm ne de genel anlamda seküler bir yaşam ,tam anlamıyla Müslümanın hayatında yer edinemez. Çünkü İslam bu ideolojileri kabul etmez ki zaten bu ideolojiler İslam’ı her zaman bir tehdit unsuru olarak görmüştür.  Çünkü Müslüman, bireyden önce mümin-mümine kategorisi içindedir. Modernleşmenin İslam ile uzlaşmasını reddeden Bulaç ,  modernizm ve dini birbirleriyle uzlaşmaz iki kutup olarak değerlendirir .(Bulaç ,1992:9-10)bütün bu İzm’lerin yayılmasında birçok araç kullanıldı bunlardan biri de kadındır . Kadını özünden uzaklaştırmak için elinden geleni yaptı bu ideoloji sürüleri. Öyle bir haldı ki durum, Dönmez ’in kitabında da belirttiği gibi kadınlar, Allah’ın kendilerine verdiği annelik ve zevcelik görevlerini küçümser hale geldiler; fakat kapitalizmin modern kölesi olmaya razı hale getirildiler. Modernizm, Müslüman  kadının açılıp saçılmasını postmodernizm ise melez bir hale gelmesini istedi. yani başörtülü fakat tesettürden ayetten bihaber bir hal alması için çabaladı.
Nitekim çevreye şöyle bir göz atıldığında bu taktiğin işe yaradığı görülecektir. Bazen de kadının erkekleşmesi gibi androjeni kimlik oluşturması istendi, bunun için uğraşıldı. Bakınız kadınlar üzerinden İslami yozlaşmaya ilginç bir örnek, Abdullah Cevdet’in 1904’de Cenevre’de çıkardığı “içtihat ”adlı dergide İslam dünyasının “geri kalmışlıktan” kurtulma yollarını ararken getirdiği öneridir. Ona göre “Kur’an’ı aç ve kadını aç.” Sloganıyla hareket edilirse ilerleme sağlanabilir. Cevdet ‘in şahsında bütün batılılaşma yanlısı aydınları “geri kalmışlığı kadın haklarıyla giderebileceğimizi savunuyordu. (Berkes, 2002:406-436)
                               
Kadın batıda diyalektik bir nitelik taşıdı çoğu zaman, romanlarda bunu görebilmek mümkündür. Buna göre kadın bazen tapınılması gereken bir Tanrıça bazen de bütün günahların sebebi bir yumaktı. Kadın yüzyıllar boyu gördüğü zulmü, ezilmişliği, bütün dünyada bir genellemeye başvurarak nefreti ve eleştiriyi erkeğe çevirdi ve burjuvazinin ekmeğine yağ sürdü. Modern yapı bir yandan kadını erkeğe karşı bir konumda tutarken bir yandan da kadın erkek ilişkisini olabildiğince esnetmiştir. Özgürlüğü alt üst olmuş bir meta haline getirilen kadına; özgürlük,kendini gerçekleştirme, ekonomik bağımsızlık gibi vaatler verildi. Kadın bütün bu tuzaklara düşerken fıtratından uzaklaşıp meta haline getirileceğinin hesabını yapamamıştı. İslam’ın ayaklarına cenneti koyduğu anneliği bırakıp burjuvaziye kalbini teslim eden bir meta haline getirildi. Kapitalizmin uşağı haline gelen burjuva erkek bu görevi üstlenmişti.

Sonuç

Sayılan bütün bu problemler birer yaradır ve bu yara iyileşmeyi beklerken yeni darbelerle devinimi daha da arttırılmaktadır. Hamza bütün bu ideolojilere Cemil Meriç edasıyla : “ Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu insanın vicdan borcudur .”(Meriç,2010: 81) sesleniyor. Gandi gibi batı modernleşmesinin mümkün olmayacağını söylüyor, Gazali gibi düşünüyor. Ne diyordu İmam Gazali : “Zihni akrabalık zamanla kalbi akrabalığa dönüşür“. Emperyalizm Modernizm ,Kapitalizm denen yapının içine girdikçe uzaklaşıyoruz kendimizden . İnsanı sadece biyolojik olarak ele alan bu yapıyı reddediyordu. Bunun yerine kalbin ve aklın birlikte olduğu İslami yapıyı işaret ediyor.
“Modern insanın elleri ve ayakları zincirli değil fakat beyni ve kalbi kilitli. Sırtında değil; ama ruhunda kırbaçlar. Köle pazarlarındaki gibi efendileri yok; ama görünmez sahipleri, soyut efendileri var.”( Dönmez, 2014: 100 ).

Ali Bulaç ‘Din ve Modernizm’ kitabında bir tespit yapıyor. Ona göre İslam dünyası iki büyük sorunla yüzyüzedir. Bunlardan biri, kendi geleneğini kölece taklit ; diğeri de batıyı kölece taklittir ( Bulaç , 2006 :240 ). Bu minvalden yola çıkılırsa, bir Müslümanın ne gelenekçilikte aşırıya  gitmesi ne de körü körüne taklit etmesi gerekir. Orta yol üzere bir duruş sergiler. Modern dünya Müslümanın zihin yapısını iğdiş etmiştir. Kalbini işgal etmiştir. Müslümanca yaşamanın şartı sadece Müslümanım demekle yerine getirilmiş olmaz. Müslümanın Müslümanca bir zihin kurabilmesi için nefsini önce temizlemesi gerekir. Birey yerine mümin ve mümine, toplum yerine cemaat ,ulus yerine ümmet… Mümin kapitalizmin tuzağından mümine feminizmin tutsağından kurtulacak. Artık var olan sistemlerin islam’a uydurulup meşrulaştırma işlemleri yok edilmelidir. Müslüman kendini öteki üzerinden yorumlama girişimi algısından kurtulmalıdır. Menşei İslam olan bir tasavvura dönmelidir. Özüne dönmelidir. Sözün özünü Abdurrahman Arslan iyi açıklıyor : “İslam’ı asrın idrakine söyletmekten vazgeçelim, asrı İslam’ın idrakine söyletelim.” ( Arslan, 2012: 2018 )

Hamza modern vahşiliğin yükünü omuzlarında hissetmektedir, acı çekmektedir. Çünkü Modern asrın Müslümanca düşünceyi etkilediğinin farkındadır, direnmektedir. Yalnızdır; fakat sahipsiz olmadığının farkındadır. İslam’ın değiştirip dönüştürebileceği inancını kaybetmemiştir. Hamza kanayan yaranın farkındadır, kanayan yaranın nedenini aramakta ve buna çözümler üretmektedir. Kendi kavramlarımızla konuşmamız gerektiğini ifade eder. Derdi cemaatine, tarikatına ya da partisine daha fazla adam kazandırıp kendi grubundan başka grup tanımayan Müslüman profili istemez. şura ister, bilinç ister, ulusa karşı ümmeti ister. Görünüşleri aynı ama inançları farklı olan Müslümanlardan (Dönmez, 2014.22) sıkılmıştır Hamza. “Kendi gevşekliklerini gözlerden sakınmak isteyenler beni radikal olarak suçlayacaklar.” (Dönmez, 2014: 70) der . “Bizi acılara gömecek kitaplar lazım “der, Kafka gibi. Müslümanca düşüncenin yollarını sıralar. Müslümanların psikolojik sosyolojik, ekonomik ve siyasi anlamda kendini yetiştirmiş alimlere ihtiyacı olduğunu söyler Hamza. Yığından başka bir şey ifade etmeyen insanlara merhamet edip üzülür Hamza.  Ona göre bir alimin rahle-i tedrisinden geçmek başkadır bir profesörün anfisinden geçmek başka. Medrese üniversiteyi geçmiştir onun nezdinde. Okumayan, düşünmeyen, araştırmayan bir halkın her gün kitle iletişim araçları büyüsüne kapıldığını ,biran önce bu büyünün bozulması için çalışmalar yapmak gerektiğinden yanadır Hamza. Çünkü derdi vardır Hamza’nın ve O’nun derdi İslam’dır.

MUHBETTİN KENBEN

KAYNAKÇA
Arslan, Abdurrahman (2012 ) ; Nehri Geçerken, Beyan , İstanbul
Yıldırım, Ergün (1995) ; Türkiye’nin Modernleşmesi ve İslam, İnsan , İstanbul
Bulaç, Ali (2006) ; Din ve Modernizm ,Yeni Akademi , İstanbul
Berkes, Niyazi (2002) ; Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul
Hayd ,Uriel (1979 ) ; Türk Ulusçuluğunun Temelleri ,Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara
Ülken, Hilmi Ziya (2005); Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken, İstanbul
Meriç, Cemil (2010) ; Bu Ülke, İletişim, İstanbul
Dönmez, Ömer Faruk (2014 ) ; Hamza, İz, İstanbul






                

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder