8 Mart 2016 Salı

Ömer Faruk Dönmez İçin Kim Ne Dedi?


Hayatımızdaki “Bir Yanlışlık”ı “Hep Aynı Hikaye”lerle anlatan samimiyetin büyük yazarı Ömer Faruk Dönmez’i ve hikâyeciliğini okurlarına sorduk.

Modern hayatın içine sıkışmış, zihinleri işgal edilmiş okura kendine özgü bir üslupla “Ben kimim?” diye soruyor

Mehmet Kahraman:
Ömer Faruk Dönmez “meselesi” olan bir öykücü. Öykülerini de bu doğrultuda kurguluyor. Modern hayatın içine sıkışmış, zihinleri işgal edilmiş okura kendine özgü bir üslupla “Ben kimim?” diye soruyor. Dönmez, bunu yaparken de edebi kaygısından taviz vermiyor. Okur sıkılmadan okuyor onun öyküsünü. Hatta gülümseyerek. Güldürmek değil yazarın amacı, düşündürmek ve hatırlatmak. Kendini hatırlatıyor “ruhsuz” insana. İronik anlatıma ustalıkla yedirilen “hakikat arayışına” dâhil oluyoruz. Bu hakikat arayışına bazen bir sinek bile aracılık edebiliyor. Sineğin gözünden “çıldırmış insanların” her gün alışageldiği yaşamın anlamsızlığına tanık oluyoruz. Sinek bize “mutfak- tuvalet- yatak odası” arasına sıkışmış insanın açmazlarını gösteriyor. “Hayatın anlamını” hatırlamaya davet ediyor. 

Dönmez’in öykülerini okurken her ne kadar gülümsesek de sormaktan kendimizi alamıyoruz. Cezmi C.’nin “Niçin yaşıyorsunuz?” sorusuna kendimizce cevap vermeye çalışıyoruz. Cevaplarımız felsefe profesörü Cezmi C.’yi tatmin etmiyor. Sorularını arttırıyor. “İnsan yok oluyor baylar” diyor sonunda. İnsan nasıl/ne zaman yok olur? Kelimelerin ciğerimize battığını hissediyoruz. “Hayatın anlamının ne olduğunu kendine sormayı bile akıl edememiş milyarlarca insan”ın arasında olup olmadığımızı (mı) düşünüyoruz. Ne yazık ki modernite o soruyu da unutturuyor bize. Her gün yapmamız gereken zorunlu görevler çoğalıyor. Anlamı unutuyoruz. “Tefekkür etmeyi başarabilse” insan anımsayacak belki unuttuklarını. “Niçin yaşıyoruz” sorusuna verebileceği bir cevabı olacak o zaman. Bütün bu sorulara rağmen hâlâ savunma hattında kalan okura da şunu açık yüreklilikle söylemek gerekiyor: “Tanrı için yaşamayan şeytan için yaşamıştır bayım.”



Modernizme inen sağlam kroşeler…

Güven Adıgüzel:
Ömer Faruk Dönmez, bağımsız-Müslüman bir fikir adamıdır. Modernizm’e sağlam kroşeler indirmiştir. Onun dava adamlığı öykünün narin omuzlarına biraz ağır gelebilir. Ben Dönmez’i salt ‘öykücü’ kimliğiyle tanımlamanın yanlış ve eksik olacağı kanaatindeyim. Umarım bu söylediklerimden öykücülüğün hafif bir iş olduğu sonucunu çıkartmaz hiç kimse. Eline kalemi aldığı günden beri ‘eylem’ peşinde koşan bir adam olarak tanıdık biz Dönmez’i. Tarzı şudur; mensup olunan dine karşı tam sorumlulukla birlikte metinlerde mutlaka yüksek dozda estetik zevk ve hiç kaybolmayan bir sanatsal damar.

“Müslüman Oğuz Atay” abartı değil

Ömer Faruk Dönmez öyküleri ‘didaktik’ bulunur biraz. Didaktik olmak pekala sıkıcı olmak anlamına da gelebilir çoğu zaman. Dönmez, metinleri kurgulayış biçimi ve incelikle örülmüş mizahi üslubuyla bu tehlikeyi bertaraf eder. Okuyucuyu daha ilk paragrafta avuçlarının içine alır hemen. Didaktik olurken aynı zamanda sıkıcı olmamayı da başarabilmek bir öykücü için ayırt edici parlak bir özelliktir. Müslüman Oğuz Ataybenzetmesini abartılı bulmadığımı da söylemek isterim.




Dünyevileşmeye indirilen balyoz darbeleri!

Dünyevileşmeye indirilen balyoz darbelerinin çok net duyulduğu, okuyanları çarpan kitabı ‘Bir Kitap Bir Balta’tartışmasız en iyi eseridir. Entelektüel-arabesk yaptığı bölüm enfestir mesela. Benim en beğendiğim öykü bu kitabından olacak lakin ‘Sinek’ ile ‘Bay Cezmi C.’ ikilisini ayıramıyorum. Sanatsal ilham her ikisinde de üst düzeyde. Özellikle Bay Cezmi C. başlı başına bir kitap olmayı hak ediyor.



Hikayeyi emrine alan bir edebi müdahale biçimi

Aykut Ertuğrul:
Ömer Faruk Dönmez hikayesini, başka pek çok hikayeden farklı kılan onun hikayesinin sadece hikayeden ibaret olmamasıdır. Ömer Faruk Dönmez, hikâyenin emrinde değil; hikâye, Dönmez’in emrindedir. Bunu hem hikayecinin metin ve dil üzerindeki kontrolü açısından söylüyorum hem de genel olarak sanatın, Eagleton’un deyimiyle “bir fetiş nesnesi” olmaktan kurtarılışını ifade etmek için. Dönmez için hikaye, kerameti kendinden menkul, kendi kendini kutsayan bir amaç değil, bir “edebi müdahale” biçimidir. Çünkü sanat çağımızın genel kabulünün aksine (ki yine Eagleton’a atıfla; sabit edebi değer diye bir şey yoktur. Ön kabuller vardır.) Müslümanca yaşama uhdesi olan kişi için bir araçtan öte değildir. Çünkü İslam, kendisinden ayrı, bağımsız yaşanacak bir alan bırakmaz müminlere. Sanat da buna dahildir. Ömer Faruk Dönmez, bu bilinci, peştemal kuşanan bir ahi gibi kalemine dolamıştır.

Ferdi Tayfur şarkıları dışında teselli sığınağı! 

Halit Selim Dönmez:
Ömer Faruk Dönmez’in en büyük özelliği; düşüncelerini kıvırmadan, bütün dobralığıyla, en delikanlı biçimde, eğilip bükülmeden aktarıyor oluşudur. Üstelik yazar bunu eli sopalı bir hoca edasıyla değil de mizahi yetenekle donatılmış bir tiyatro oyuncusu tavrıyla gerçekleştirir. Onu okurken kendinizi trajikomik bir tiyatro oyununda hissedebilirsiniz. Metinleri arasında seçim yapmak zor fakat ben onu Hamza kitabındaki “Yaramazov Kardeşler” ile anmak isterim. İslamî toplulukların/cemaatlerin neden birlik olamadığını sorguladığı söz konusu metin, zannımca yazarın en dikkate değer öykülerindendir. Ayrıca, yazarın son kitabı Bir Yobazın Günlüğü’nü “İslami kesimin Tutunamayanları” olarak değerlendirmek mümkün. Dönmez öykülerini, Ferdi Tayfur şarkıları dışında teselli bulabildiğim ender sığınaklarımdan biri olarak görüyorum.

Hamza sürse keşke!

Kerem Abadi 
Ben Hamza'da kaldım. Hamza'yı özel yapan isminin Hamza olmasıydı, bir de okuyor olması. Monologları mıydı en beğendiğim yönü ya da değerlerine sahip çıkıyor olması mı? Sadece şunu söyleyebilirim: Ömer Faruk Dönmez'in anlatım dili Hamza'yı okutturuyor, okuyamayınca; yani dergide (Hamza’nın yayınlandığı CafCaf’ta) yayınlanmadığı dönemlerde ise eksikliğini hissettiriyordu.


Duyguları ayaklandıran değil, akılları karıştıran öykücü

Görkem Evci:
Ömer Faruk Dönmez, Türk hikâyesinde bir dönem göz ardı edilen ironiyi başarıyla kullanan bir yazar. Bence ironiye dayalı anlatımda Türk hikâyeciliğine belli bir yol aldırmış, ironi kullanımı açısından çıtayı yükseltmiş biri. Aklı zorlayan, okuru düşündüren, şaşırtan, duygulardan ziyade mantığı harekete geçiren bir hikâyeci Ömer Faruk Dönmez. Bir derdi var ve bu derdi duyguları ayaklandırarak değil, akılları karıştırarak aktarıyor okuyucularına. 

En sevdiğim Ömer Faruk Dönmez hikâyesi hususunda nokta atışı yapmak, tek bir hikâyeyi zikretmek zor. Bu soruya Bir Kitap Bir Balta’nın ilk bölümü diye cevap verebilirim. Yani “Sinek”“Son Görev” ve “Bay Cezmi C.”. Sinek ve Bay Cezmi C.’de insanoğlunun alışkanlık sebebi ile artık garipsemediği bazı durumları, modern hayatın kanıksadığımız garipliklerini, şartlanmalarımızdan doğan kabullenmişliklerimizi çarpıcı bir üslupla anlatır Dönmez. Son Görev ise hem kurgusu hem de içeriği bakımdan sarsıcı bir hikâye.

Okuyucunun yorumuna bırakılamayacak bir öykü

Zeki Bulduk
En sevdiğim öykü: Son Görev. Ancak, kitap olarak Hep Aynı Hikaye'yi tercih ederim.
Türk edebiyatındaki yeri, sanırım bir on yıl sonra daha da netleşecek. Zira, Ömer Faruk, dile hakim, üslubu oturmak üzere olan bir yazar. Kafka, Oğuz Atay, Tanpınar hicvi öykülerde zaman zaman nüksetse de kendine has bir dil ve öykü çatısı kuruyor Ömer Faruk. Dikkatimi en çok çeken yanı ise, öyküler tekrar tekrar yazılmış gibi. Çalakalem değil. Ömer Faruk Dönmez öyküleri okuyucunun yorumuna bırakılmayacak denli hassas ve özeldir.

Mizah zeka işidir

Yıldız Ramazanoğlu
İlk kez Fayrap dergisinde karşılaşmıştım Ömer Faruk Dönmez hikayesiyle sanırım. Türkçeyi kullanma biçimi, dile hakimiyeti, alışık olmadığımız ironi ve ince alay dikkat çekiciydi. Hep Aynı Hikaye kitabının adı gibi aslında hikaye hep aynıdır ama onu farklı kılan dil, anlatım ve kurgudaki kendine özgülüktür bir bakıma. Mizah, zekanın ve birikimin dolambaçlı yollarından çıkıp gelir ve mizahı belli bir dozda dolaşıma sokmak herkesin harcı değil. Bunu iyi yaptığını düşünüyorum Ömer Faruk’un.
Hikayeleri bir çırpıda doğaçlama yazılmış izlenimi verecek kadar akıcı ama bu dili bulmak için uğraşıyor olmalı, çok iyi işçilik yaptığını, kelimeleri iktisatlı davranarak ve emekle seçerek en rafine dozda kullandığını düşünüyorum. İslami yaklaşımlar da yaşamın bir parçası doğallığında yer bulmuş.
Sürrealist kitaplara okur olarak yatkın olmadığım halde Dönmez’in bu akım içindeki hikayeleri de  etkileyici. Hayatla çok yakından bağlantılı ve meselesi olan hikayeler olduklarından belki de.

Mesajla sanat arasındaki denge, sanat lehine bozuluyor

İkinci kitabı Bir Kitap Bir Balta varolan hayatla olması istenen hayat arasındaki mesafeyi, inisiyatif alma, müdahil olma istencini daha dolaysız açık ediyor. Bir söyleşisinde hikaye süsü verilmiş vaazlar verdiğini söylüyor, kendiyle de dalga geçerek. Bu bir itham aynı zamanda, mesajla sanat arasındaki dengeye dair tartışmalara gönderme yapan. Hikayelerinde dengenin sanat lehine bozulduğunu söyleyebiliriz, toplumsal olana edebi olanın içinden geçirerek eğilmede gerçekten başarılı. Çıkardıkları Müdahale dergisi de emperyalizme modernizme ve kapitalizme müdahaleyi şiar edinmiş. Yaşadıklarımıza üzerimizden geçenlere bir karşılık verilmek isteniyor. “Bir Balta” sözü çok manidar. Ben bir imkan olarak modernlikten eleştirel akılla yararlanmak gerektiği düşüncesindeyim. Fiili yaşamımız bundan vareste değil. İnternet kullanan kişiler olarak modernin içinde yüzüyoruz zaten. Paradigmalara gelince, kıyasıya tartışmalı elbette.
Ankara’nın Taşına Bak hikayesini okuyunca çevremdeki gençler bu mani ya da Dede Korkut Hikayesi tadındaki Türkçe şölenini kaçırmamalı diye düşündüm. Çok katmanlı yaprak gibi birkaç okumada açılan bir şiir(hikaye mi demeliyim). Tutuklu Kurbağa ise kısa hikayenin ne kadar vurucu bir anlatma biçimi olduğunu bize örnekliyor. Son Görev’de görünmediğinden kaale alınmayan ölümü ete kemiğe büründürüp hayatımıza bitiştirmiş, ölümden korkmayalım ve kopmayalım diye.


Bir Tarantino filmi gibi!

Yılmaz Yılmaz
Ömer Faruk Dönmez öyküsünde belirgin olan bir şeyden söz etmemiz gerekirse, benim ilk elden aklıma gelen kelime ‘belirsizlik’ oluyor. Dönmez’in öyküsü okuruna hazırlıklı olmayı salık vermez bir defa, şöyle ki; kimi yazarların belirli bir tarzı vardır neyi okuduğunu, az çok nasıl bir anlatımla karşı karşıya olacağınızı hatta öykü izleklerini bile tahmin edebilirsiniz. İyi bir Ömer Faruk Dönmez okuru onun öykülerinde keskin bir ironi, iç gıdıklayıcı bir kara mizah olduğunu bilir; ama yazarın atacağı ‘taşın’ ne zaman düşeceğini kestiremez, hep tetikte olmak zorunda hisseder kendini. 


Bay Cezmi C. Öyküsü şöyle başlar: “Yaklaşık bir hafta önceydi. Sıradan bir sabah olması gerekiyordu; fakat ilginç bir şey oldu: uyandığımda kim olduğumu ve bu dünyada ne aradığımı hatırlayamadım.”

Klasik bir giriş değil hiç şüphesiz! Okuru öyküye alıştırma, karın üzerine birkaç havuç kırığı bırakma gibi bir derdi yok yazarın. Tabir-i caizse konuya balıklama dalıyor. Aynı üslup öykü boyunca devam eder. Okura hitap eder ama okur çok da merkezde değildir. Merkezde olan ‘öykü görünümlü vaz u nasihat’tir belki de. Andığımız öykünün girişi ve -okunduğu zaman görüleceği üzere- devamı bir Tarantino filmi hissi uyandırıyor handiyse… 

Karımı Nasıl Öldürdüm adlı öykü isminden itibaren okuru heyecanlandıran, ilgi devşiren bir öykü. Öykünün girişi oldukça ‘matrak’. Matrak diyorum, çünkü şöyle başlıyor öykü: “Bir haftadır evden çıkmıyorum. Alçaklar! Kimse durumumdan şüphelenip kapımı çalmadı.” Aslında sadece ilk cümle ile bu öykünün pekâlâ bir yalnızlık, bunalım öyküsü olduğunu söyleyebilirdik ama devamında sert bir yumruk atıyor yazar. Alçaklar! Kim? Kapısını çalmayan diğerleri… Hemen her cümlesinde ‘uyumsuz bir yazar’ olduğunu gösteriyor Dönmez.

En az on defa okunmalı

Ömer Faruk Dönmez hemen her öyküsünde ironiyi, kara mizahı yoldaş ediyor kendine, Müslüman bir sanatçı olmanın hassasiyeti ile/ağırlığı ile ediyor lafını. Bazı öyküleri bir defa değil en az on defa okunmalı…

Emrullah Çakır

dunyabizim.com
Dünya Bizim kültür sanat sitesi
21 Kasım 2011 Pazartesi

Alıntı sayfası: http://www.dunyabizim.com/ilgilihaber/7975/omer-faruk-donmezi-nasil-biliyorlar.html

2 yorum:

  1. Modern insan kullanılmak üzere biçimlendirilmiş aptal bir yaratık. -Bir yobazın günlüğü..
    Ömer abimizin farkı :)

    YanıtlaSil
  2. Modern insan kullanılmak üzere biçimlendirilmiş aptal bir yaratık. -Bir yobazın günlüğü..
    Ömer abimizin farkı :)

    YanıtlaSil