30 Mart 2016 Çarşamba

“Büyüyünce Ne Olacaksın?”

[...]
Yine aynı şey oldu. Gerçekle hayal bir kez daha karıştı. Tahmin etmeliydim. Ne çaya damlatılmış ilaç, ne çuval, ne dam, ne korkuluk, ne aşağıda birikmiş bir kalabalık! Parktayım. Aysu hâlâ karşımda. “Nasılsın?” sorusunun n’si dudaklarının ucundan sarkıyor. Gülümsüyor. Bir an önce buradan uzaklaşmalıyım. Eşya ile bağlantıyı koparmamak lazım kardeşim. Tehlikeli şeyler bunlar. Riskli şeyler. Hiç gereği yok.

“İyiyim; fakat acelem var!” dedim telaşla, “Görüşürüz!”

Cevabını beklemeden fırladım. Ulan daha tek kelime etmeden başıma neler getirdin; bir de konuşsam kim bilir neler olur! Hızla uzaklaştım. Yürüdüm. Yürüdüm. İnsanların yanından geçtim, marketlerin, büfelerin, arabaların, otobüslerin, pastanelerin, lokantaların, kahvelerin yanından geçtim, ürkek ama besili kedilerin, kaburgaları görünen aç köpeklerin, çöp bidonlarının, kibirli apartmanların, zavallı gecekonduların, yağmurun, hüznün, acının, kederin, yalnızlığın yanından geçtim, su birikintilerine bastım, yol kenarındaki ağaçların yapraklarını kopardım, ıslak bir dala dokundum, dalların üşüyüp üşümediğini sordum kendime, küçük bir çocuktan selpak aldım, karşı kaldırımdaki bir ihtiyara selam verdim, bir dolmuşa öylesine binip iki durak sonra indim, kitapçıdan rasgele bir edebiyat dergisi alıp ilk şiiri okudum, zırvaydı, öfkelendim, üzüldüm, insanlara baktım, ey insanlar dedim, ey insanlar, nereye gidiyorsunuz böyle acele, size bir sır vereyim ey insanlar, öbür tarafı bir bilseniz, ah bir bilseniz dedim, hafif bir yağmur başladı, sonra yine insanlara baktım, durakta bekleyen yorgun polise; kuyumcunun vitrinindeki beşibiyerdeye özlemle bakan genç kadına; kırtasiyede yazılı kâğıdını fotokopiyle çoğaltan gözlüklü öğretmene; duvar kenarına yığılmış üstü başı perişan zavallı sarhoşa; yağmur başladığı için bardakların üstünü o küçük metal tabakçıklarla kapatıp ‘geldi abim!’ diye bağıra bağıra neşeyle dükkânlara girip çıkan çaycıya; manavdan meyve seçerken bir yandan da taze olup olmadıkları konusunda söylenip duran titiz ev hanımına; gezintiye çıkardığı sevgili finosunun kıymetli ayakları ıslanmasın diye telaşla bir taksi durduran sosyetik teyzeye; ellerinde çantalar ve yüzlerinde gülücüklerle okuldan çıkmakta olan yaşıtlarına buğulu gözlerle bakan siyah saçlı siyah gözlü on yaşında bir ufaklığa; sahafın tezgâhındaki kırmızı ciltli Gazap Üzümleri’ni almaya -ceplerini ısrarla ve utanarak karıştırmasından belli ki- parası yetmeyen mahzun kitapsevere; kolundaki sepete süt şişeleri, sucuklar, ekmekler ve gazeteler dolduran tebessümü kurnaz kapıcıya; bir yandan kızın beline elini ustaca konuşlandırırken diğer yandan -birilerine yakalanmamak için olsa gerek- güneşsiz havada güneş gözlüklerini takmayı ihmal etmeyen tebdil delikanlıya; elindeki fotoğraf makinesiyle akşam altı’ya kadar iyi bir sahne yakalamak zorunda olan bıkkın gazeteciye; mağazadan şık bir oturma grubu alarak çıkan ve eve ne zaman yollanacağını satış görevlisine doksanıncı kez sormaktan yorulmayan doyumsuz kadına; dersane dönüşü pastaneye bişeyler içmek üzere giren siyah deri ceketli ve belde iki üç kat katlandığı için boyu epey kısalmış bordo kadife etekli uçarı lise kızlarına; tablasında Ferdi Tayfur’un eski kasetlerini ucuza satan ve kendisi de Ferdi Tayfur’a benzeyen bıyıklı adama; sağ koluna çorapları sol koluna eldivenleri atıp namaz çıkışı cemaate satabilmek için cami avlusuna giren saçları ağarmış emekli noter kâtibine; şuna, buna, ona, insanlara… insanlara baktım, ey insanlar dedim, ey insanlar!

İnsanlar beni duymadılar.

28 Mart 2016 Pazartesi

Memleket meselelerine "Dervişan''e bakış

Ömer Faruk Dönmez''in İz yayınlarından çıkan Dervişan birbirinden alakadar öykülerden oluşuyor. Dönmez öykülerinde bazen bir ilahiyatçı bazen bir yazar bazen de bir derviş olarak okuyucusunun karşısına çıkan kahramanları aracılığıyla hepimize yaşadığımız hayatı sorgulatıyor.
Dervişan, yazılarını Cafcaf''tan da takip ettiğimiz Ömer Faruk Dönmez''in son kitabı. Daha önce ''Bir Kitap Bir Balta'', ''Hamza'' ve ''Bir Yobazın Günlüğü'' adlı kitaplarını okumuş olanlar için, Dervişan bir nevi ''mütemmim cüz'' mahiyetinde. Üç uzun ve muhteva olarak da birbiriyle yakından alakadar öyküden oluşan yeni kitap, muhtevası ve üslubu itibariyle ''çabuk roman'' olarak da isimlendirilebilir. Yani, birbirinden bağımsız okunabilecek; ama aslında birbirine bağlı, üç uzun hikâyeden bahsediyoruz.

25 Mart 2016 Cuma

Seküler Dünya Yapısına "Hamza"ca Bir Bakış

Bu çalışma Ömer Faruk Dönmez ’in “Hamza” adlı kitabının bir analizini içermektedir. Modern dünyanın getirdiği zihin işgalinin bir analizinin yapılması amaçlanmaktadır. Kitabın ilk bölümünün çoğunda üniversiteye hazırlanan bir gencin sınav psikolojisi üzerinden bir toplum değerlendirilmesi yapılmaktadır. Kitabın karakteri Hamza üniversite sınavına hazırlanan, sorgulayan, düşünen, düşündüğünü söyleyen, komik bir o kadar da duygusal bir Müslüman gençtir. Hamza dört sene sınava hazırlanır ve ancak dördüncü senesinde sınavı kazanır. Bu dört sene içerisinde gözlemler yapar, sınav psikolojisinin gençler üzerindeki etkisini bazen alaylı bazen trajikomik bazen de absürt bir şekilde ortaya koyar. Hamza, “Ben masum Anadolu’nun saf çocuğu Hamza, dört yıldır üniversite sınavını kazanamıyorum ve sizi temin ederim ki bu aptal olduğum anlamına gelmiyor.”(Dönmez, 2014:22 ) diyerek üniversiteye hazırlanan bir gencin neyle meşgul olduğunu ve neye maruz kaldığını anlatır.

Müslüman bir gençtir Hamza. Bir sorun olduğunun farkındadır. Ümmetçidir. Birleşme taraftarıdır. Müslüman gençlerin içinde bulunduğu durumun tahlilini yapar. Modernizm’in gizli bir şirk unsuru haline geldiğini anlatır.



Bazı can alıcı isimler veriliyor kitapta. Edebiyat, sosyoloji ve siyasi alanda etkili isimler… Yeri geldiğinde varoluşçulara yeri geldiğinde İslamcılara vurgu yapılıyor. Sevdiği isimler vardır Hamza’nın. Cemil Meriç ,Necip Fazıl, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Kafka gibi…
                             

20 Mart 2016 Pazar

Her kitabı kendini okutabilen güçlü bir hikâyeci

Bir Kitap Bir Balta (İz y., 2009) hakkında söylenebilecek çok şey var. Daha doğrusu Ömer Faruk Dönmez’in hikâyeciliğiyle ilgili uzun uzun konuşmak gerekir. Çünkü Ömer Faruk Dönmez farklı bir yerden başlamıştır işe. Bu iş, Dostoyevski romanlarında karşımıza çıkan ve bizi çok düşündüren bir özelliktir: Dışa dönük konuşma. Ömer Faruk Dönmez bunun başarılı örneklerini ortaya koymuştur.



Hani Suç ve Ceza, Delikanlı veya Karamazov Kardeşler’deki o uzun diyaloglar, sayfalarca süren, konuşanın artık delirdiğini zannettiğimiz ama hiç de deli saçması şeyler söylemeyen, hayata, insana ve zamana dair bilgece kurulmuş cümlelerin geçtiği diyaloglar… Ömer Faruk Dönmez’in hikâyelerinde de vardır. Kahraman konuşur, araya hikâyeler sıkıştırır. Sanırsınız hikâye bahane, konuşmak şahane. Kahraman, derdini söylemek ister. Konuşma esnasında, örnek olsun veya konuşmayı toparlasın diye bir hikâye anlatır. Ömer Faruk Dönmez’in hikâyeleri de bu şekildedir. Bu yüzden onun hikâyelerinde tasvir azdır. Fikir çoğunluktadır. Yargı, tespit, sorgulama çoktur. Olay anlatımına bunlar sürekli eşlik eder. Bunlar hikâyenin hem mazotu hem de motorudur.

16 Mart 2016 Çarşamba

"Mutsuzuz anasını satayım! Biz mutsuzuz!"

Alıntılar Defteri - 3


"Bir de kurtarmam gereken bir imaj var tabi: biz bakın böyle, işten eve evden işe gidip gelen, dürüst, kendini ilme adamış insanlarız ve mutluyuz. Siz her gece barlara, gece kulüplerine gidiyorsunuz ve mutsuzsunuz ya, bir türlü tatmin olmayıp alkolde, haplarda huzuru arıyorsunuz ya; biz evimizde böyle oturup duruyoruz ve kendi küçük dünyamızda mutluyuz. Alkol yok, kumar yok, barlar yok, gece hayatı yok, bakın biz mutluyuz. Hiçbir davaya yalancı şahitlik edemem: yok böyle bir şey: mutsuzuz anasını satayım! Biz mutsuzuz!"


"Bir Yanlışlık" 
Hep Aynı Hikaye
Ömer Faruk Dönmez

13 Mart 2016 Pazar

"Bir mitoloji kahramanı değilsen..."

Alıntılar Defteri - 2

“Bir mitoloji kahramanı değilsen, gerçeksen, yorgunsan, 
akademisyenlerin konferans salonlarındaki söylevlerine inanmıyorsan, 
finallere çalışmayı gereksiz bulup yedi dersten bütünlemeye kalıyorsan, 
parfüm markalarından, ojelerden ve son çıkan kasetlerden bahsedip duran zihinsel özürlü kızları katlanılmaz buluyorsan, 
içinde altı yaşından kalma sıcacık bir körebe deviniyorsa, 
yaşadığın aşk leyla mecnun kıssalarının hiçbir versiyonuna uymuyorsa, 
üzgünüm, yenildin sen, kaybettin. Mahvoldun. İşin bitti. Gidebilirsin. 
Şapkanı vestiyerden almayı unutma. 
Bizi ara. Mektup yaz. Yine gel.”

Ömer Faruk Dönmez
Hep Aynı Hikâye
İz yayıncılık 2015
sayfa 21

10 Mart 2016 Perşembe

"canımdan çok sevdiğim sevgili balıklarıma / denizin dışında da bir hayat olduğunu anlatmak istedim..."

Alıntılar Defteri - 1

-öğrenci yurtlarında, vakıflarda, derneklerde insan yetiştiren (!) arkadaşlara-




bir gün bir karar verdim ve canımdan çok sevdiğim sevgili balıklarıma / denizin dışında da bir hayat olduğunu anlatmak istedim / hemen çalışmalara başladım / balıkların önde gelenleriyle bir dizi toplantı yaptım / sonra sempozyumlar açıkoturumlar paneller düzenledim / ağaçları kuşları gökyüzünü anlattım onlara / şeffaf dosyalar içinde belgeler kanıtlar fotoğraflar taşıdım sular altına / konferans salonlarında ateşli nutuklar attım şiirler okudum marşlar söyledim öteki dünyaya dair / fakat nafile / tüm çabalarım sonuçsuz kaldı / zira hiçbir balık / suların dışında da bir hayat olabileceğine inanmamaktaydı / hatta dillerini anlayabildiğim ve en yeteneklilerini bile imrendirecek bir yüzme kariyerine sahip olduğum halde benim uzak ve garip bir gezegenden gelen bir deli olduğumu düşünmeye başladılar
"Formulation"
Bir Kitap Bir Balta

Zeki Bulduk: "Baltasını taşkafalara vuruyor!"

Türk öyküsü rahatsız! Tüm kolaycı anlatıcılara inat rahatsız yazarlar da var. Ömer Faruk Dönmez, popülist dünyaya inat sesleniyor: "Akletmez misiniz?!'

Bay Cezmi C., Bir Sinek Olarak Uyanırsa…


Bir kitap bir balta olarak kullanılabilir mi?
Eğer ruhumuzdaki çıkıntıları  yontacaksa, kitabın balta olarak görülmesinde sakınca yok!
Heykeltıraş, yaptığı  eserle övünmezmiş. Eserin taşın içinde olduğunu, birkaç çekiç darbesiyle o eseri yerinden çıkardığını söylermiş. Üzerindeki taş parçalarını almaktan öte bir iş yapmadığını söyleyen heykeltıraş mütevazıdır.

Bir Kitap Bir Balta adlı  öykü kitabının yazarı Ömer Faruk Dönmez de bu açıdan baktığımızda mütevazı. Öykülerinin sadeliği ve içerisinde saklanan kaya gibi sert sorularla da mütevazı.
Türk öyküsü hakkında cüsseli sözler edemem. Lakin, öykü serüvenimizle “Batı Serüvenimizin” akrabalığını inkar da edemem. Zira, hikayemizin Tanzimat’la birlikte hayatımızda “öykücük” adaları meydana gelmeye başladı. Batı tarzı öykü, batı tarzı yaşam, batılı okuma ve yazma biçimleri derken zihnimizde ciddi “yırtılmalar” oldu. En sarih düşünen insanlarda dahi “batı açmazı” karşısında tavır geliştirmek namına “medeniyet yürüyüşümüz” sekteye uğradı. Adeta “savunma hattına” çekilen insanların zihniyle bakmaya başladık hayata.
Ömer Faruk Dönmez’in Bay Cezmi C. Karakteri bu açmazın bir ürünüdür. Sinek, tabii olanın bittiği, yapay olanın başladı zamanları haber verir. Son Görev, ölümü hayatından kovan insanların sürreel bir anlatımıdır adeta. Diğer öykülerde ise yoğun bir kara mizah vardır. Belki de bu Ömer Faruk Dönmez’in Cafcaf’taki Hamza karakterinin aforizmalarıdır.

Oğuz Atay Cesareti


Ömer Faruk Dönmez, yeni bir yol mu açıyor? Hayır. Oğuz Atay, Franz Kafka, Yusuf Atılgan’ın mü’min hali var sanki karşımızda. Ama, soru sormaktan, eleştirmekten çekinmeyen, hemen kabul etmeyen, hayat denilen bu oyunu ciddiye alan, düşüne taşına yazıya yaklaşan bir öykücü var karşımızda. Keyif olsun diye değil de, kahramanlarının tabiriyle “insanlara hakikati anlatmak için yazan” bir yanı var. Ama,” hakikati ben buldum, alın işte budur!” biçiminde değil; soru sormayan, kaygılanmayan, düşünmeyen kahramanları değil de tüm bu eylemleri yapan mizah gücü yüksek kahramanları dillendirerek yapıyor işini.
Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırmasına benzeyen bir yan var özellikle adlarını verdiğim öykülerde: Modernizme, yapaylığa, alışkanlıklara saldıran kahramanlar üretiyor Ömer Faruk Dönmez. Bunu yaparken ise öykü sınırlarının dışına çıkıp, mesel, hikmet, masal ya da didaktik öykü anlatımı yapmıyor. 

8 Mart 2016 Salı

Bir Kitap Bir Balta Bir de Hikâye

Bir Kitap Bir Balta, Ömer Faruk Dönmez'in ikinci hikâye kitabı. Kitapta dikkatimizi çeken ilk şey hikâyelerdeki biçimsel farklılıklar. Hep Aynı Hikâye’de uzun, hacimli hikâyelerle başlayan yolculuk ikinci kitabın ilk sayfalarıyla devam etse de sonradan yerini kısa hikâyelere bırakıyor. Daha önce (Hep Aynı Hikâye) noktalamaları (özellikle noktayı) yerli yerinde kullanan yazar bu alışkanlığını terk edip noktanın yerine eğik çizgiyi getirmiş. Dönmez'in ikinci kitabı üç bölümden ve on beş hikâyeden/ anlatıdan/ hislenmeden oluşuyor. Hikâyelerde yine mizah, ironi, çatışma, unutma, hatırlatma, edebî alıntılama, leitmotiv vb. unsurlar kullanılmış.

Hangi hikâye neyi anlatıyor? Bir Kitap Bir Balta’daki hikâyeleri kısa ve sembol ifadelerle değerlendirdiğimizde şunları görüyoruz:

"Sinek" adlı hikâyede ölmek üzere olan bir kara sineğin ağzından insanların hayatına bir bakış sergilenir. “İnsanlar ne yapıyorlar” sorusuna, "Hiç, sadece sinek avlıyorlar. (…) Varoluş sırlarını yitirdiler. Hah! Varoluş sırlarını yitirince de anlamsız bir hayat sürmeye başladılar." cevabı verilerek hikâyenin özü belirlenmiş.

 "Son Görev" adlı hikâyede ölümün insanları takibini görüyoruz. "Şu aptal ölümlülerin ölümü görememeleri ne kadar ilginç. (…) Her gün etrafınızda yüzlerce ölüm dolaşır, hepiniz de bunu bal gibi bilirsiniz, fakat bu işin sizle hiç alakası yokmuş gibi yaşamaya devam edersiniz." ifadeleriyle ‘son görevli’nin izlenimleri aktarılmıştır.

"Bay Cezmi C." kitabın en ilginç, en önemli ve vurucu hikâyelerindendir. Bay Cezmi C., yaşadığı hafıza kaybı sonucu kim olduğunu unutur, yani kimliğini kaybeder. Gördüklerinin, yaşadıklarının ve düşüncesinin yardımıyla kim olduğunu hatırlamaya çalışır. Sahi, bu ülkede bir insan neye bakarak kimliğini tespit edebilir? "Bir kere, öncelikle şunu gördüm: Kim olduğunu ve bu dünyada ne aradığını unutan sadece ben değildim. Evet milyonlarca insan unutmuştu bu sözünü ettiğim şeyi." sözleriyle kimlik bunalımını, kargaşasını, ‘kim’liklerini unutanları anlatmıştır.


"Âb-ı Hayat" Sözleri




      Bu sayfada, Ömer Faruk Dönmez'in kıymetli bir zâtın sohbetlerini kayıt altına alması neticesinde meydana gelen Âb-ı Hayat adlı kitaptan alıntılar yer alacaktır. 



Kederli bir insanın kalbine sevinç vermek bir adımdır. (sf.28)

Bu dünya öyle bir gemidir ki yükün fazlasını atmakla batmaktan kurtulunmaz. (sf.29)

Hak, hamlıkla söylenir mi? (sf.32)

Kim ki bu yolda asıl maksadı unutursa, ona böyle bir yoldaş musallat edilir. (sf.39)

Şu dünyada tek başına kalsan o işle uğraşır mıydın? (sf. 81)

Başkasına kör bakan, hayatın ışığını göremez. (sf. 85)

İnsan olana bir ağırlık gerek ki savrulmasın. (sf.87)

Hakikaten kurtarma niyetiyle gelsen, üstüne basar mıydın o yaprağın? (sf.87)

İşleme sığmayan işler olur kâinatta. (sf. 89)


BİR BAŞINA OLANIN DA MERHAMETE İHTİYACI VARDIR. (Sf. 89)

Irmaklar kuruduysa gözyaşların da mı yok? (sf.91)

Kendini sev ki dirilesin, insanları sev ki diriltesin. (sf.91)

Sen beni ben olmaktan çıkartacaksan ben sana niye teslim olayım. (sf. 92)

Hakikati kurtaracak olan ölçüdür. (sf. 96)

Ölçüsüz olan samimi olamaz. (sf.102)


Tohumken içinde gizli olanlar meyvede zuhur edecek. (sf.116)


Ömer Faruk Dönmez İçin Kim Ne Dedi?


Hayatımızdaki “Bir Yanlışlık”ı “Hep Aynı Hikaye”lerle anlatan samimiyetin büyük yazarı Ömer Faruk Dönmez’i ve hikâyeciliğini okurlarına sorduk.

Modern hayatın içine sıkışmış, zihinleri işgal edilmiş okura kendine özgü bir üslupla “Ben kimim?” diye soruyor

Mehmet Kahraman:
Ömer Faruk Dönmez “meselesi” olan bir öykücü. Öykülerini de bu doğrultuda kurguluyor. Modern hayatın içine sıkışmış, zihinleri işgal edilmiş okura kendine özgü bir üslupla “Ben kimim?” diye soruyor. Dönmez, bunu yaparken de edebi kaygısından taviz vermiyor. Okur sıkılmadan okuyor onun öyküsünü. Hatta gülümseyerek. Güldürmek değil yazarın amacı, düşündürmek ve hatırlatmak. Kendini hatırlatıyor “ruhsuz” insana. İronik anlatıma ustalıkla yedirilen “hakikat arayışına” dâhil oluyoruz. Bu hakikat arayışına bazen bir sinek bile aracılık edebiliyor. Sineğin gözünden “çıldırmış insanların” her gün alışageldiği yaşamın anlamsızlığına tanık oluyoruz. Sinek bize “mutfak- tuvalet- yatak odası” arasına sıkışmış insanın açmazlarını gösteriyor. “Hayatın anlamını” hatırlamaya davet ediyor. 

Dönmez’in öykülerini okurken her ne kadar gülümsesek de sormaktan kendimizi alamıyoruz. Cezmi C.’nin “Niçin yaşıyorsunuz?” sorusuna kendimizce cevap vermeye çalışıyoruz. Cevaplarımız felsefe profesörü Cezmi C.’yi tatmin etmiyor. Sorularını arttırıyor. “İnsan yok oluyor baylar” diyor sonunda. İnsan nasıl/ne zaman yok olur? Kelimelerin ciğerimize battığını hissediyoruz. “Hayatın anlamının ne olduğunu kendine sormayı bile akıl edememiş milyarlarca insan”ın arasında olup olmadığımızı (mı) düşünüyoruz. Ne yazık ki modernite o soruyu da unutturuyor bize. Her gün yapmamız gereken zorunlu görevler çoğalıyor. Anlamı unutuyoruz. “Tefekkür etmeyi başarabilse” insan anımsayacak belki unuttuklarını. “Niçin yaşıyoruz” sorusuna verebileceği bir cevabı olacak o zaman. Bütün bu sorulara rağmen hâlâ savunma hattında kalan okura da şunu açık yüreklilikle söylemek gerekiyor: “Tanrı için yaşamayan şeytan için yaşamıştır bayım.”



Modernizme inen sağlam kroşeler…

Güven Adıgüzel:
Ömer Faruk Dönmez, bağımsız-Müslüman bir fikir adamıdır. Modernizm’e sağlam kroşeler indirmiştir. Onun dava adamlığı öykünün narin omuzlarına biraz ağır gelebilir. Ben Dönmez’i salt ‘öykücü’ kimliğiyle tanımlamanın yanlış ve eksik olacağı kanaatindeyim. Umarım bu söylediklerimden öykücülüğün hafif bir iş olduğu sonucunu çıkartmaz hiç kimse. Eline kalemi aldığı günden beri ‘eylem’ peşinde koşan bir adam olarak tanıdık biz Dönmez’i. Tarzı şudur; mensup olunan dine karşı tam sorumlulukla birlikte metinlerde mutlaka yüksek dozda estetik zevk ve hiç kaybolmayan bir sanatsal damar.

“Müslüman Oğuz Atay” abartı değil

Ömer Faruk Dönmez öyküleri ‘didaktik’ bulunur biraz. Didaktik olmak pekala sıkıcı olmak anlamına da gelebilir çoğu zaman. Dönmez, metinleri kurgulayış biçimi ve incelikle örülmüş mizahi üslubuyla bu tehlikeyi bertaraf eder. Okuyucuyu daha ilk paragrafta avuçlarının içine alır hemen. Didaktik olurken aynı zamanda sıkıcı olmamayı da başarabilmek bir öykücü için ayırt edici parlak bir özelliktir. Müslüman Oğuz Ataybenzetmesini abartılı bulmadığımı da söylemek isterim.